“Bugün ortada cereyan eden olayların sorumlusu Rum halkıdır. 1963 isyanını çıkaran onlardır. Masum insanları sokak ortasında katleden yine kendileridir. Adayı kayıtsız şartsız Yunanistan’a ilhak için döktükleri masum Türk kanlarından tarih önünde sorumluluktan hiçbir zaman kurtulamazlar” . 1958 Dr. Fazıl KÜÇÜK
Adanın güneyindeki Rum yönetiminin yolları Annan’ın Belgesinin oylanması sonrasında kesişiyor. Alt yapısı önceden hazırlanan AB’ne üyelik sürecinin tam üyelik yapısı gerçekleşiyordu. AB’nin bu bakışı uyuşmazlığın çözümüne nasıl şaşı baktığının da göstergesi oluyor. Lahana tarlalarında gezmekten gerçekleri görmeyenlerin günümüzdeki felaketin yollarına dinamit döşedikleri unutulmamalıdır.
Dinamiti döşeyenler şimdilerde uyuşmazlığın çözümünün Avrupa’nın bir sorunu olduğunun türküsünü çığırıyorlar. Kendi bünyelerinde yer alan Çekoslovakya’nın dünyanın gözleri önünde karpuz gibi ikiye bölünmesine sessiz kaldıkları belleklerdeki canlılığını koruyor. Bu nedenle aynı adayı paylaşmaktan başka hiçbir ortak noktaları olmayan iki ulusun uzantıları olan Türklerle Rumları aynı çatı altındaki birleştirme çabaları emperyalizmin oyunlarından yalnızca bir tanesidir.
Aynı şekilde Yugoslavya’da yıllardır birlikte yaşayan halkların kanlı bir şekilde ayrılmalarına destek verenler aynı oyunu sergiliyorlardı. Benzer uygulamayı Çin’in Uygur bölgesindeki Türklerin ayrılması için çaba gösterdiklerine tanıklık ediyoruz. Bu nedenle hiçbir şeyi unutmadan yeri ve zamanının gelmesini bekleyen emperyalizmin oyunlarını bozmanın kendi elimizde olduğunun da unutulmaması gerekiyor.
Bir yandan dünyaya nizam vermek çabası içinde olanlar kendi oyunlarının kurbanı olarak gözlerindeki merteği görmüyorlar. Amerika’nın kışkırtması ile AB’den ayrılan İngiltere’nin birliğin temellerine dinamit döşeyerek hiçbir şey olmamış görüntüsü vermek çabası içinde olduğunu kaydetmek gerekiyor. Bunu fırsat olarak gören Almanya Baltık bölgesindeki ülkeleri kendi hegemonyası içinde görürken Fransa da Akdeniz bölgesi ülkelerine benzer uygulamayı yapma
çabası içinde görüntü veriyor. Bu durum AB’nin dağılma sürecini tetikleyeceğinin de yolunu açmaya aday olarak karşımızda duruyor.
Çiçeği burnundan düşmemiş olan Nikos Hristodulidis, Kıbrıs müzakere sürecinin Nevyork’ta yapılması çağrısında bulunuyor. Kıbrıs Türklerinin haklarına şaşı bakanların uyuşmazlığın çözümünü uzak diyarlarda aramasına gerek olmadığının bilinmesi gerekiyor. Lefkoşa’da adam gibi müzakere masasına oturularak çözümü daha rahat üretebilirler. Yeter ki hakların teslimi konusunda iyi niyetli olsunlar. Uzak diyarlara gidilerek uyuşmazlığın çözümünü beklemek kadar abes bir şey olamaz.
Rum müzakere heyetinde yer alan Maneleos Manelau, Rum tarafının “müzakere sürecinde çıkmazın aşılması yönündeki isteğinin yanı sıra her türlü yaklaşımının gerçekçi olduğunu göstermesi gerektiği” vurgusunu yapıyor. Rum tarafının AB ve NATO zirveleri ile ilgili toplantılara önem verdiklerini buna karşın var olan durumun diplomatik değil siyasi olduğunu belirtiyor. Crans Montana’da farklı bir şeyin özellikle iki devletliliğe gidişin yolu olacağı anlamına geleceğini savlıyor. Çözümün çerçevesinin BM’de olduğundan hiçbir zaman şüphe edilmemesi gerektiğini, buna karşın AB’nin de hem uzlaşılan hem de tüzükler aracılığı ile Kıbrıs Türk toplumunda rol oynamakta olduğunu vurguluyor.
Diğer yandan AP Başkanı Roberta Metsola Türkiye’nin faaliyetleri ile müzakereleri başlatma perspektiflerini tehlikeye sokuyor diyerek olaya nasıl şaşı baktığını da kanıtlamış oluyor. Bu nedenle AP kararlarının ne kadar yanlı olduğunu kanıtlamış oluyorlar.
Karşımızdaki unsurun arkasına aldığı bazı kurum ve kuruluşlarla uyuşmazlığın çözümüne katkısının olmayacağının bilinmesi gerekiyor mu ne…
SEVGİ ile kalınız…