Sevginin tükendiği yerde, kin ve nefret tohumları hayat buluyor.
Bugün, tık nefes götürmeye çalıştığımız hayatın her alanına da sevgisizlik hakim.
Etrafınıza dikkatle bakınız!
Üçüncü bir şahsı ya da bir kurumu teşyi edici, taltif edici ne bir konuşma ne de bir tavra rastlayacaksınız.
Aksine, sohbet mevzuları zemmetmeye, kara çalmaya ayarlı.
Azami ölçüdeki kapalı guruplaşmalar, birliktelikler dahi, kendi içlerinde müthiş çatışma ve çekişmelere gebe.
Sevgi adına ufak bir kırıntı bile yok.
Primitif kıskançlıklar hayatımıza şekil veriyor.
İlkel çıkar hesapları, sunî dostlukları sırıtkan bir eda içerisinde, topluma bir "defacto" şeklinde dayatıyor.
Ne islami telakki içerisinde, ne de Türk Kültür anlayışında bu görüntünün yeri yok.
"Birbirinizi sevmedikçe hakiki mümin olamazsınız" buyruğunun, "birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için" düsturunun muhatabı kimdir acaba?...
"Düzgün insan", "iyi insan" yeni bir tarif bekliyor galiba.
Çekememezliğin, kıskançlığın hüküm sürdüğü, "önce ben" diyen zihniyetin revaç bulduğu bu iklimin getirdiği üç ölümcül hastalık!
Cüretkârlık...Riyakârlık...Talepkârlık...
Sevgi, edep ve haya rafa kalkınca, cehalet ve hodbinlik toplumsal bir kabul buluyor..
Had bilmezlik kanıksanıyor; sürü tersine dönüyor!
Cüretkârlığın, cehaletin bir sonucu olduğunu, kime nasıl izah edeceksiniz?
Sevginin olmadığı yerde doğru tespitlere, yerinde tariflere geçit olur mu?
Toplumun, iktisadi, sosyal ve siyasi bütün talepleri mürai anlayışa teslim edilmiş.
Dört "Y" prensibi her türlü genel kabulün üstünde yer buluyor.
Yalakalık... Yalancılık... Yağcılık... Yiyicilik...
Hemen herkesin bir resmî bir de hakikî hayat görüşü var.
Serdedilen hep resmî olanı!
Eskilerin "iki yüzlü" tanımı, artık bir erdem nişanesi...
Binlerle ifade edilen değişik yüzler, iki yüzlülüğü üstünlük kalıbına soktu.
Sevgiyi, hoşgörüyü yeterince yeşertemediğinizde, riyakârlığın neşet etmesi elbette kaçınılmaz.
Talepkarlık da öyle...
Hepsi birbirini takip ediyor...
Muhabbet duygusunu kaybeden toplumların mutlak muhatabı, bu illetlerdir!
"Veren el alan elden üstündür" öğretisi yerine, utanmazlık, sıkılmazlık öne çıkar bu nevi vasatlarda. "utanma iste" düşüncesi, "köşeyi dön" fikrinin zebunları, kitleleri yönlendiriyorlar.
Emanet ehlinde değil.
Sevgisizlik emaneti de kapıp götürmüş.
Toplum amuda kalkık bir halde.
Peki, bu durumda mesafe almak mümkün müdür?
(?)