Farkında mıyız...
Giderek daha duyarsız daha tepkisiz bir toplum haline geldik.
Çevremizde olan biten şeyler, bizi birebir ilgilendirmiyorsa, umurumuzda olmuyor.
Aynı apartmanda yaşayanların aylarca birbirlerinden haberdar olmadıklarını artık aynel yakin gözlemliyoruz.
Hassasiyetlerimiz dumura uğratıldı.
Halbu ki; toplumsal bir varlık olan insan, çevresine karşı duyarlı olmak zorundadır.
Ernest Hemingway'in Çanlar Kimin İçin Çalıyor adlı eserinde ifade ettiği gibi "birbirinden kopuk bir ada değildir insanoğlu, birine zarar veren bir olay, diğerlerini de etkiler.
Suya attığımız minicik bir taşın etkisinin halka halka yayılarak genişlemesi gibi, pozitif veya negatif etki yaratan sosyal hareketler de dalgalar halinde büyüyerek yaygınlaşır ve bizi bir şekilde etkiler"
Yine hepimizin bildiği gerçek: yaşadığımız dünyaya, çevremize karşı ne kadar duyarlıysak, bu hassasiyet olumlu veya olumsuz olarak bize geri dönecektir.
Evlatlarımıza otobüste, trende yerlerde yaşlılara, güçsüzlere, ihtiyacı olanlara öncelik duygusunu kazandıramamışsak, gelecekte ihtiyacımız olan anlarda o dönemin çocukları da bizlere anlayışlı davranmayacaklardır.
Tepkisizliği tariften çok, geldiği noktayı izah niyetindeyiz.
Bunu da en kestirme yoldan yapıp bir anekdotla aktaralım...
***
Ünlu virtioz piyanonun başına oturmuş ve salonu dolduran seyircilerin önünde, konserine başlamıştı.
Ancak tuşlara basıp çalıyor görünmesine rağmen, telleri inceden sıkılmış olan piyanodan hiçbir ses çıkmıyordu!
Dinleyiciler, birbirine göz ucuyla bakarak ne yapmaları gerektiğini araştırıyorlar, fakat nedense tepki gösteremiyorlardı.
İki saat süren sessiz konserden sonra, ünlü virtüoz oturduğu yerden kalkarak, büyük bir ciddiyetle onları selamladı.
Salon sürekli alkış sesleriyle çınlıyordu.
İngiltere'de yaşanan bu olaydan sonra piyanist, kendisiyle roportaj yapan televizyon spikerine:
"insanlardaki tepkisizliğin nereye kadar varacağını öğrenmek istedim" diyordu...
"Meğer sınırı yokmuş.."
***
Şu an içinde bulunduğumuz hali en güzel tarif bu anekdottur.
Evet sınırı olmayan çirkinliklerin yaşandığı bir vasattayız.
Bu halden de hepimiz mes’ulüz.
Yüzlerce yıla dayanan güzel öğretileri tek tek, terk ediyoruz.
Evlatlarımızı televizyonların, internetin insafına bırakıyoruz…
Adına da çağdaşlık diyoruz…
Böyle olduğu için de, tepkisizliğin zirvesindeyiz…
Önümüzde Kurban bayramı var. Erzurum’da dahi giderek sırt dönülen bayram geleneklerimizi lütfen hatırlayalım.
Çocuklarımızın “arafalık toplama”larını teşvik edelim…
Herkes evine yönelen çocuklara şevk ve şefkatle yaklaşsın.
Küçümsemeyelim bunları. İçinde öylesine ince duygular barındırıyor ki, bu toplumu binlerce yıl bir arada tutan yüksek değerler bunlar sayesinde ayakta kalıyorlar.
Biz de bugüne kadar sosyal çalkantı yaşanmamışsa, emin olunsun ki, bu küçümsediğimiz gelenek ve göreneklerimiz yüzündendir.
Gecikmeyelim. Hepimiz, önüne çıkan her fırsatı bu anlamda değerlendirmeye baksın.
Aslımıza dönelim; sınırdan dönelim!