“Erzurum’un en önemli ve görkemli tarihi eseri neresidir?” diye sorulsa…
Bilenlerin hemen tamamı ilk üçün içine Ulu Cami’yi koyar…
Doğrudur…
En mühim mekanlarımızdandır Ulu Cami…
İsmiyle müsemma denir ya…
O kabil…
Anadolu Selçuklularından kalmadır…
Bir diğer adı da…
ATABEK Camii…
Türkçe…
Şehrin en güzel yerinde bulunuyor…
Cumhuriyet caddesinin doğu tarafında ve hemen baş kısımda…
5 kapısı var…
İkisi tam doğu kısmında…
Üçü ise, kuzeyde…
En son onarımı 2010 yılında gördü…
Erbapları, iç içe ve girift mimarilerin örneği olarak gösteriyorlar…
***
Bir de Evliya Çelebinin tanımlaması var ki…
Çok hoş!
Diyor ki…
“Erzurum’daki camilerin hepsinin kadimi Ulu Cami’dir. Tebriz Kapısının iç yüzünde tarz-ı kadim, toprak örtülü minareli bir camidir. Akkoyunlu Padişahlarının binasıdır. Tulen ve arzen iki yüz adımdır. Minber ve mihrabı tarz- kadimdir. İçinde alet tertip dizilmiş iki yüz adet çam direkler üzerine çam kirişlerdir. Kargir kubbe değildir. Caminin bir tarafında revan zahiresi için mahfuz peksimetler vardır.”
Bu tarife bakarsanız, o zamanlardan bize kalan çok şey yoktur…
Görünen o ki…
Yalnızca mihrap kalmış…
O da, üstü sıvanmış halde.
Minber bütünüyle yok olmuş…
Bahse konu çam direklerde yerlerini fil ayaklı bir yapıya bırakmış...
***
Olsun…
Buna da şükür dememiz lazım…
Bu haliyle de olsa kalmış ki, tarihi geçmişini anlatıyoruz, aktarıyoruz…
Şimdilerde, bühtanla aktarılan, hakikatte ise muttaki bir devlet adamı olan Kanuni Erzurum’a geldiğinde, yıkık, dökük haldeki bu cami için bazı vakıflar tesis etmiş…
Yeri gelmişken Ulu Cami ile ilgili halk arasında çok yaygın olan bir anlayışı da aktarmış olalım…
Derler ki…
Kim ki, 40 gün ara vermeden sabah namazını Ulu Cami’de cemaatle eda eder, muhakkak Hazreti Hızır ile karşılaşır.
Buna ilişkin envai türden yaşanmış örnekler de verilir…
Ne dersiniz…
Denemeye değemez mi?