Kümbetlerden sonra türbeleri ele alacağız demiştik…
Öyle yapıyoruz ve ilk olarak Padişah Hatun Türbesini yazıyoruz…
Erzurumluların birçoğunun dahi bu türbeden haberleri yok.
Haksız sayılmazlar…
Zira, Türbe Çifte Minareli Medrese ile öylesine iç içedir ki…
Bilmeyen, oranın bir parçası olarak düşünür.
Tam güney eyvanının bitişindeki türbenin yapım tarihi 13. yüzyılın sonu ile 14. yüzyılın başına denk gelmektedir.
Türbe iki katlıdır.
Her iki kata girişin kapıları da farklıdır.
Cenazelik alt kattadır…
Türbe bütünüyle orijinalliğini korumaktadır…
Çok ilginçtir, ilgili kurumlar bu Türbeyi sanki halktan saklar gibi bir halet içindedirler.
Erzurum’a ait kaynaklarda bile Türbe’den bahsedeni çok az bulunuyor.
Öyle ki, bu Türbeyi tarif eden bir levha dahi çok görülmüştür.
Ancak bilenlerin ziyareti söz konusudur.
Ya da, Çifte Minareli Medreseyi ziyarete gelenler bu buraya da lütfen uğrarlar…
***
Ciddi bir ilgisizlik var…
Büyükşehir Belediyesi Çifte Minareli Medrese’nin hatırına çevre düzenlemesi yapınca Türbe iyiden iyi açığa çıkmış oldu.
Buna rağmen, Türbeyi bilen insanlarda sanki öksüzmüş hissi uyandırmaya devam ediyor…
Tabii, insanımızın tarihi yapılara karşı duyarsızlığı da bir başka iç acıtan durumdur…
Çoğu kere, hemen yanı başımızda yatan çok yüce zatların varlığından, binlerce kilometre uzaktan gelenlerin ziyareti ve bilgilendirmesiyle haberdar oluyoruz..
Öyle ki, bahse konu Allah dostlarının yanı başında akla hayale gelmeyecek aymazlıklar dahi sergilediğimiz oluyor.
Padişah Hatun Türbesi de bunlardan birisi…
Cenazelik kısmında yatanlarla ilgili çok net, açıklayıcı bir bilgi hemen hiçbir kaynakta yok…
Söylenti şeklindeki bilgiler ise, bir büyük Türk Devlet Başkanı’nın annesinin burada medfun olduğunu gösteriyor…
Bu bile, ilgili kurumlar için büyük bir ayıp hükmündedir…
Turizm İl müdürlüğü, Vakıflar İl Müdürlüğü, Tarihi Eserleri Koruma Kurulu vs ne işle meşguldürler…
Vazifelerinin ana eksenini bu gibi Tarihi Eserleri sahiplenmek oluşturmuyor mu?
***
Dedik ya…
Bu sahada anlaşılmaz bir vurdumduymazlık var…
Halbuki, bizi binlerce yıl sonraya taşıyacak tapu niteliğindeki eserler bunlar…
Bu topraklara nakşolunmuş mühür hükmü taşıyan ve Türk kimliğini tarif eden, anlatan bu gibi yapılardır…
Gözümüz gibi bakmalı; gelecek nesillere bugünkünden çok daha bakımlı halde aktarmalıyız…
Bu vesileyle, şehrin Sivil Toplum Örgütlerine bir çağrıda bulunmak isterim…
İsmi ne olursa olsun STK hüviyeti taşıyan örgütler siyasete duydukları ilginin milyonda birini bu gibi hususlara yöneltseler, sorun kendiliğinden çözülmüş olur.
Siyasiler de, işin bürokrasi ayağı da, ister istemez daha ilgili davranmak zorunda kalırlar…
Ancak, onlar buralarda yoklar…
Hepsi siyaset allamesi kesilmiş, hemen tamamı siyasi makam mansıp hülyasıyla STK’cılık oynar olmuşlar…
Ayıp olmasının ötesinde büyük de bir vebaldir bu durum.
Tabii, anlayana…
Umuyoruz, STK’larla birlikte Vilayetin deilgisi bundan sonra bu medreseye yönelmiş olsun…
İnşallah!