ford ercihan otomotiv
Ana Sayfa Guncel Asayiş Siyaset Ekonomi Eğitim Kültür-Sanat Sağlık-Yaşam Spor Araştırma İnceleme Bölgeden Türkiye Teknoloji Seçime Doğru
Erzurum’da ‘Kıskaç-11’ operasyonu
Erzurum’da ‘Kıskaç-11’ operasyonu
Ambulans kaldırıma çarptı: 2 yaralı
Ambulans kaldırıma çarptı: 2 yaralı
İlk mektuplarını Mehmetçiğe yazdılar
İlk mektuplarını Mehmetçiğe yazdılar
Horasan’da Ramazan bereketi
Horasan’da Ramazan bereketi
POMEM öğrencileriyle iftarda buluştular
POMEM öğrencileriyle iftarda buluştular

Mustafa Damlarkaya

Yâsin-i Şerif, Mezarlıkta Okunmak İçin mi İnmiştir ?
31 Temmuz 2015 Cuma

Hayır, hayır,hayır !..

  Yıllarca Kurân-ı Kerim’i okuyan Müslümanlar ne yazık ki ondan çıkarılacak mesajları bilemediler. Bu mübarek İslâm Dini’ni ölüler dini, bu mübarek Kur’ân-ı Kerim’i de ölüler veya mezarlık kitabı olarak bildiler.

  Halbuki hem bu Din hem de bu Kitap, diriler dini ve kitabıdır. Zaten cennet-mekân Âkif de :

 “Ölüler dini değil sen de bilirsin ki bu din

   Diri doğmuş duracak dipdiri durdukça zemin”

diyerek bu gerçeği haykırmaktadır.

   Kur’ân-ı Kerim denince Müslümanların aklına Yasin ve mezarlık gelmektedir. Bunu böyle bellettiler ve bunda da başarılı oldular. Ama bu Müslümanlara, bu mübarek Din’i öğretmek için sözde görevliler,bu dinin emirlerini ne gariptir ki Müslümanlara öğretemediler, bunun çok uzağında kaldılar, “salla başın al maaşın” sözünün dışına çıkamadılar.

  Halbuki Kur’ân-ı Muciz-ül Beyân okunmak, öğrenmek, anlaşılmak ve hayata uygulanmak için inmiştir. Mezarlıkta okunmak ve fal bakmak için inmemiştir.

  Kur’ân-ı Kerim, anlaşılmadan okunursa tek kanatlı gibi olur. Yarım kalmış olur. Kur’ân-ı Kerim’i, mukabele için okuyup kapatmamak ve peşine de anlamını okuyup açıklayarak tam manasıyla anlaşılmasını sağlamak gerekmektedir. Böyle yapmak bütün Müslümanların üzerine düşen bir görevdir. Çünkü ilim öğrenmek farzdır. Müslümanlar bunu böyle bilmeliler.

  Biz Müslümanlar hele hele bu son asırda, bundan uzaklaştığımız için, ülkelerimizde kan, göz yaşı, ölümler, kıtlık,yokluk ve musibetlerden kurtulamıyoruz.

  Ne yazık ki camilerimizde mevlitler, gazeller ve ilahilerin okunmasına ağırlık verildiği için, yıllardan beri, sanki İslâmiyet bunların dini gibi sunulmaktadır.

  Halbuki, seksen üç Âyet-i kerime, yedi yüz yirmi yedi kelime ve üç bin harften müteşekkil olan, Kur’ân-ı Kerim’in kalbi olan Yâsin-i Şerif sırasıyla ; iman esaslarının ana prensiplerini, nübüvvet, davet şekli, geçmiş ümmetlerin durumlarını, tevhidin ispatını, kıyamet alametlerini, haşir ve tekrar dirilme gibi çok çok mühim meseleleri anlatıp açıklamaktadır.

  Eğer bu mübarek Sure ve Kur’ân-ı Kerim, anlaşılarak okunmazsa sadece hafızların seslerini duyurmak için okunursa yüce Rabbimizin vahdaniyetini ve kudretini gösteren o yüce değerler ve o yüce emirler nasıl anlaşılacak ki ?

  Ama bugün bu mübarek sure ve Kur’ân, ne yazık ki din tacirlerinin elinde bir oyuncak gibi oynatılmaktadır. Usul ve tarz bilmeyen, tecvitten uzak, okuduğunun tecvit ile uzaktan yakından ilgisi olmayan, kıraatten habersiz cahillerin elinde, bu Yâsin-i Şerif ve Kur’ân, yukarıdaki çok yüce anlamının dışında, bir çok kesimlerce ve cahillerce, bir meta olarak kullanılmaktadır.

  Dinimizde hiç yeri olmayan, sonradan icat edilmiş olan mevlitler, ölenin arkasından, üçüncü, yedinci, onbeşinci, yirmi birinci, kırkıncı ve elli ikinci günlerde, yemekler, paralar ve şekerler karşılığınca riyakârca tavırlarda okunmakta, Kur’ân da bu okumaların arasında sanki bir ara menü gibi tilavet edilerek  “ İşte İslâm Bu” gibi sunulmakta, Diyânet ve Müftülükler de buna adeta seyirci kalmaktadırlar. Veballeri çok büyüktür.

  Bugün adeta Yasin ve Kur’ân, bir takım törenlerde kullanılarak okunmakta ve bu konuda, bir sektör oluşmuş bulunmaktadır. Böyle olunmasına da Müslümanlar sebep olmaktadırlar. Çünkü, ihlasın olmadığı, yapılan görkemli törenlerin altında büyük bir riyâ ve desinler yatmaktadır.

  Gerek Diyanet gerek Müftülükler gerekse din adamları, bu figüranlığı ne zaman bırakıp da birer aktör olacaklar, ne zaman, ne zaman ? Bu Diyânet görevini ne zaman yapacak ? Bu mübarek dini, bu din tacirlerinin elinden ne zaman kurtaracaktır ? Hele bakınız ki bu mübarek din, bunların elinden ne çekmektedir.

  Hiç şüphesiz ki Kur’ân-ı Kerim, her öğüdün kaynağı ve her hikmetin de

menbaıdır. Hakim olan yüce Rabbimizin kelâmı olduğundandır ki sonsuz hikmetle vasıflandırılmıştır.

  “Hikmet dolu Kur’ân hakkı için ey Resul’üm. (Yâsin- 2)” diye buyurulmuştur.

   Kur’ân-ı Kerim, doğru yolun tek klavuzu ve yol göstericisidir. Sevgili Peygamberimiz de inatçıların, inkârcıların, bu inat ve küfürlerine karşın,

Peygamberlik vazifesi ile gönderilmiş, hak peygamberdir.

  “Muhakkak ki Sen gönderilmiş peygamberlendensin, (Yâsin-3)” buyurularak bu gerçek dile getirilmiştir.

  “Ataları uyarılmadığı için, gaflet içerisinde kalmış bir kavmi uyarman içindir. (Yâsin- 6)” ayetinde, Musa Aleyhisselam’dan önce, uzun yıllar

İsrailoğullarına uyarıcı peygamber gönderilmediği gibi, Arap Yarımadasında yaşayan Araplara ve özellikle de Mekkelilere altı asır kadar peygamber gönderilmemiş, Hz. İsa (A.S.)’dan sonra bir “ Fetret

Dönemi” başlamış, cahil Araplar tevhid inancından uzaklaşmış ve putperestliği benimsemişlerdir.

  Bu ayet, sadece onların uyarılması, diğerlerinin uyarılmaması manasına gelmez. Yahudi ve Hristiyanlar’a da hitap etmektedir.

   “Gözlerini de bir perdeyle örtüverdik, artık görmezler. (Yâsin- 9)” ayetinde, onların kalp gözleri köreltilmiş kimseler olduklarından,

   “ Onları uyarsan da uyarmasan da birdir. Onlar iman etmezler.(Yâsin-10)” ayetinde de uyarmanın ölü kalpleri diriltemeyeceğini,ikazın, inanmak

İstemeyen bir kalbe fayda vermeyeceğini bildirmektedir.

  Bu ayet-i kerimeler, uyarıların fayda vermediği kimseleri beyan etmektedir.

  Aşağıdaki ayetler de uyarılara kulak veren,uyan ve inanan mutlu müminlerinden bahsetmektedir.

   “ Sen ancak o kimseyi uyarabilirsin ki zikre uyar.(Yâsin-11)”.

   Peygamberler sadece korkutmak için değil, insanları, büyük müjdelerle

müjdelemek için de vardırlar.

   “ Hiç şüphesiz ki ölüleri ancak ve ancak biz diriltiriz.“ İşlediklerini ve eserlerini (geride bıraktıklarını) biz yazarız. (Yâsin-12)” ayeti de yüce Rabbimiz, kalpleri dalâletle  sönmüş olan kâfirlerden dilediğini dirilterek hidayet edeceğine, işaret etmektedir. Bunların, faydalı  eserlerini, ilimlerini, kitaplarını, yaptıkları hasenatlarını veya zalimliklerini kötülük ve şerlerini tamamen yüce Rabbimizin tespit ederek hesaplarına geçireceğinden bahsetmektedir.

  Kur’ân-ı Kerim’de çeşitli vesilelerle kıssalara yer verilmektedir. Bu kıssalar, geçmişte olmuş olan olaylardan behsetmektedir. Bu kıssalar gerçektir. Bu kıssaların gayesi de insanları imana yöneltmektir.

 Yâsin-i Şerif Suresi’nde, Antakya halkının kendilerini Hakka davet için gönderilen elçileri nasıl reddettiklerini ve elçilerin de kendilerini nasıl savunduklarını anlatmaktadır.

  Hz.İsa (A.S.)’nın oraya iki Havari gönderdiğini, sonra üçüncüyle onları desteklediğini anlatmaktadır.

  “ Biz de bir üçüncü ile onları takviye edip desteklemiştik. (Yâsin- 14)” ayetiyle bu gerçek anlatılmaktadır.

  Ama, Antakya halkından Habib-i Neccar isimli, inanmış bir kimse gelerek imanını açığa vurdu, Hak ve gerçeği ortaya çıkarmak için çok çaba sarfetti.

  “Şehrin en uzak semtinden bir adam koşarak geldi. Dedi ki : Ey  Kavmim !.. Gönderilmiş bulunan bu elçilere uyunuz. (Yâsin- 20)”.

  Gelen bu elçilere uymaya teşvik etti. Onlara öğütlerde bulundu. Habib-i Neccar’ın bu sözleri hem kendi kavmine hem de geleceğin insanları için bir hitaptır.

  Fakat o kavim inanmamakta direndiler, elçileri yalanladılar, dostunu da öldürdüler. Allah Cella Celaluhu da onlara gazap etti. Cebrail (A.S.)’in bir sayhası ile helâk oldular. Ateşin söndüğü gibi söndüler.Hareket etmeyen,

hissetmeyen ölüler gibi oldular. Bir anda yerle bir oldular.

 “ Sadece tek bir çığlık oldu, o anda hemen sönüverdiler. (Yâsin- 29)”.

 Yâsin-i Şerif Suresi’nin bundan sonraki bölümünde, yüce Rabbimizin vahdaniyetini, varlığını ve azametini gösteren örnekler insanların nazarına sunulmaktadır. Bütün bu verilen deliller, yüce Rabbimizin rahmetinden başka bir şey değildir.

  İnsanların ise yaptıkları nankörlükten vaz geçip bu nimetleri kendilerine ihsan eden ve adeta ikramda bulunan kerim olan Rabbimize şükürde bulunmaları gerektiği bildirilmektedir. Bu şükrü dil ile kalp ile ve tüm vücut azaları ile yapmalı, bu sonsuz nimetleri verenin O, var edenin O, nasip edenin O olduğunu bilmeli, bütün uvuzlarını yüce Rabbimize ibadet olarak kullanmalıdır.

   “ Ölü toprak onlar için bir âyet (delil)dir. Biz onu (yağmurla) dirilttik de ondan pek çok taneler çıkardık. İşte onlar bunlardan yerler. (Yâsin- 33)”. Bitkiler kış mevsiminde, kuruyarak bir çöp haline gelirler, kendilerine mahsus bir ölümle ölürler. Fakat bahar mevsiminde su,hava,toprak ısınınca yağan yağmurlarla yeniden hayata başlarlar.

   İşte bu ölü toprağın yeniden dirilmesi, kâinatın Sahibi ve Maliki yüce Rabbimizin sonsuz kudretini, büyüklüğünü ve ölülerin tekrar diriltilmesini

insanlara bir delil olarak göstermektedir.

  Bu kadar büyük nimetleri bizlerin istifadesine bahşeden, yüce Rabbimize şükretmemek ne kadar büyük bir divaneliktir, nankörlüktür.

  “Biz yeryüzünde nice nice hurma bahçeleri ve üzüm bağları yarattık. İçinden pınarlar fışkırttık. (Yâsin-34)”. Ekinlerini yaratarak mahlukatına lütfunu bildiren Rabbimiz, insanlar içinse çeşit çeşit meyveleri yaratarak

renkleri ayrı tatları ayrı, o tatlı tulumbacıkları,dünyada tüm insanların istifadesine vermiştir. Hiç şüphesiz ki bütün bu yediğimiz nimetlerin olması içinse pınarlara ihtiyaç vardır. Görüldüğü gibi, yüce Rabbimiz adeta bizim nazımızla oynamaktadır. Hiçbir şeyi eksik bırakmamaktadır.

  “ Hâlâ şükretmiyorlar mı. (Yâsin- 35)” buyurarak bizim şükretmemizi istemektedir.

  “ Yerin bitirdiklerinden, kendi nefislerinden ve daha bilmedikleri şeyler

den bütün çiftleri yaratan Allah’ın şânı ne yücedir !.. ( Yâsin-36)” buyuran Rabbimiz, bütün yaratıkları çift çift yaratmıştır. İnsanlar, bitkiler, hayvanlar, acı, tatlı, hayat, ölüm, sıcak, soğuk, karalar, denizler, karanlık,aydınlık, gece, gündüz vb.

   “ Gece onlar için bir delildir. Biz geceden gündüzü sıyırıp çekeriz de onlar birden karanlıkta kalıverirler. (Yâsin-37)” ayeti,karanlığın ve aydınlığın, gecenin ve gündüzün birbirini takip etmesinin taa kıyamete kadar devam edecek olan İlâhî bir düzeni bildirmektedir.

   Allah (C.C.) Hazretleri, geceyi insana uyku ve dinlenme, gündüzü de çalışıp tedarik etmek için yaratmıştır. O gece uykusunda dahi ruhu rahatlatmak için rüyayı ve rüyayla da insana ayrı bir tat vermiştir. Onun içindir ki Victor Hugo “ Rüyalar, gecenin akvaryumudur” diye güzel söylemiştir.

   “ Güneş de kendine mahsus yörüngesinde yürüyüp gitmektedir. (Yâsin- 38)“ ,

  “ Ay için de konak yerleri tayin etmişizdir. Nihayet o eğri hurma dalı gibi

(hilâl) olur da geri döner. (Yâsin-39)” ayetlerinde de ay, güneş ve yıldızlar, yüce Rabbimizin kudretinin olgunluğunu, saltanatının da büyüklüğünü işaret etmektedirler. Bunlar, belli bir düzen içerisinde, kendilerine mahsus yörüngelerinde belli bir hedefe doğru gitmektedirler.

 “ Her birisi bir yörüngede yüzerler. (Yâsin -40 )”.

   Ay, batıdan doğuya doğru dünyanın çevresinde döndüğü için, sürekli olarak değişir. Güneş gibi istikrarlı bir şekilde akıp gitmez. O bir gezegen olduğu için, her gün bir konak yerine gelir, geldiği her konağa göre bir şekilde görünür.

  Yani çok mükemmel bir takdir ve çok güzel bir vazife dağılımı vardır. Her şey yerli yerindedir.

  İşte bizler de mübarek Yâsin-i Şerif Suresi’ni, bizlere bildirdiği bu ulvi emir ve hikmetler doğrultusunda okuyup anlayıp idrak edip onu hayatımıza uygulayıp onu hayat rehberimiz yapmalıyız. Gerçek bir

Mü’min, bunu yapandır. Yoksa mezarlık kitabı yaparsak ve böyle amel edersek çok yarım ve eksik kalmış oluruz ki ahirette ufalanıp dururuz.

 

                                                                              (Devam edecek)

 

 

 

 

Önceki sayfa   Sayfa başına git  
YORUMLAR
Toplam 2 yorum var, 2 adet görüntüleniyor. Onay bekleyen yorum yok.

Küfür, hakaret içeren; dil, din, ırk ayrımı yapan; yasalara aykırı ifade ve beyanda bulunan ve tamamı büyük harflerle yazılan yorumlar yayınlanmayacaktır.
Neleri kabul ediyorum: IP adresimin kaydedileceğini, adli makamlarca istenmesi durumunda ip adresimin yetkililerle paylaşılacağını, yazılan yorumların sorumluluğunun tarafıma ait olduğunu, yazımın, yetkililerce, fikrim sorulmaksızın yayından kaldırılabileceğini bu siteye girdiğim andan itibaren kabul etmiş sayılırım.
 
gülşah kaplan 13 Ağustos 2015 Perşembe  11:01

kuranı tasviriniz çok yerinde olmuş...dinin gazellere,dönenlere,mevlidlere,minberde doğruyu söylemekten korkanlara bırakılması; cinayetten farksızdır...katledilen islamdır ve onun mensuplarıdır...tabi bir işin ihtivasına göre de hesap oranını düşünmek lazım...Rabbim uyanan uyandırma yolunda mücadele edenlerden olmayı nasip etsin...

Yorumu oyla      7      4  
elife 2 Ağustos 2015 Pazar  12:11

Cok begendim Allah nice yillar nasip etsin

Yorumu oyla      7      4  
FACEBOOK YORUM
Yorumlarınızı Facebook hesabınız üzerinden yapın hemen onaylansın...
ERZURUM GAZETESİ
YAZARLAR
Ahmet Göksan
Ahmet Göksan
Oyunun Müzakeresi
İzzet Fehmi Aksakal
İzzet Fehmi Aksakal
"Devlet Adamı” olmanın somut örneği: Vali Mustafa Çiftçi
Mahmut Akdağ
Mahmut Akdağ
Cumhurbaşkanımıza Minnettarız
Ö. Faruk Kayaalp
Ö. Faruk Kayaalp
Alan Var Alamayan Var ve Ayıp Hassasiyeti
Kadir Sabuncuoğlu
Kadir Sabuncuoğlu
‘Muhalif’
Ali Kemal Koçak
Ali Kemal Koçak
Ölülerin arkasından konuşmak ahmaklıktır!
ERZURUM
ÇOK OKUNANLAR
ÇOK YORUMLANANLAR
ARŞİV
ANKET
Erzurum’da Belediyelerin Önceliği Ne Olmalı?

a.Kentsel Dönüşüm
b.Kent içi Ulaşım
c.Altyapı
d.Sosyal Belediyecilik
e.Kültür, Turizm ve Sanat
f.Sosyal Katılımcılık
g.Mahalle Kültürüne dönüş


Sonuçları göster Anket arşivi
FACEBOOK'TA ERZURUM GAZETESİ
TWITTER'DA ERZURUM GAZETESİ
Ana Sayfa Guncel Asayiş Siyaset Ekonomi Eğitim Kültür-Sanat Sağlık-Yaşam Spor Araştırma İnceleme Bölgeden
KünyeHakkımızda KünyeKünye İletişimİletişim FacebookFacebook TwitterTwitter Google+Google+ RSSRSS Sitene EkleSitene Ekle Günün HaberleriGünün Haberleri
Maxiva