‘Sen Neredesin’, diye sordu Faruk Nafiz..
‘Sen neredesin?’
Arayış, acı ve gelmeyen teselli..
Dedi ya:
‘Senin için kandiller tutuştu kendisinden,
Resmine sürme çektim kandillerin isinden.
Saksıda incilendi yapraklar senin için,
Söylendi gelmez diye uzaklar senin için.
Saatler saatleri vurdu çelik sesiyle,
Saatler son gecemin geçti cenazesiyle,
Nihayet ben ağlarken toprağın yüzü güldü,
Sokaklardan caddeye doğru sesler döküldü... ‘
Ve göz yaşlarımız da..
Ve yükseldi semaya dualarımız..
İnna lillahi..
Ve teslimiyet..
**
Şehirler ona sevdalılarla anılır..
Şehirler onu sevenlerle aydınlanır..
Şehirler adını adıyla yazanlarla baki kalır..
Güllülü son Erzurumlulardandı bu şehirde..
Son dadaşlardan..
Erzurum denilince Masmavi gözleri çakmak çakmak olurdu..
Erzurum denilince bir başka alemi yaşardı..
Ve O Erzurumla yaşardı..
**
O’nun Erzurum’u bir başka güzel, bir başka maveraydı sanki..
O’nun Erzurum’u özeldi..
Gömlekçi Hatem’den Terzi Dursun’a..
Solakzade’den Naim Hoca’ya..
Uzun Yusuf’tan Uzun Ahmet’e..
Karaköse’den Ulucami’ye..
Erzurum Ovasından Daphan’a..
Güllü’den Sığırlı’ya..
Erzurum’u bir başka görürdü O..
Ütopya sanılmasın..
O’na göre, gerçekten ve gerçekten bu şehrin taşı toprağı mübarekti..
O’na göre Erzurum tüm unsurlarıyla azizdi…
**
1989 Belediye seçimlerini kaybetmiş, mütevazi ofisinde dostlarıyla hemhal olmuştu..
Bir adam girdi içeriye..
Yeni belediye yönetiminin ceza yazdığı bir esnaf..
Başladı anlatmaya.. Başladı yeni yönetimi kötülemeye..
Sonra..
Yeni Başkan için çirkin bir söz çıktı ağzından adamın..
Güllülü oturduğu yerden hiddetle kalktı, burun kanatları şişmiş, alnını ortası kızarmış halde, gürledi:
‘Sus be adam, sus be..O dediğin şahıs Erzurum’un şehri emini..
Ona laf söyleyen Erzurum’a söyler..
Erzurum’a bed söyleyenin benim büromda işi olmaz..’
Kovdu adamı..
Herkes şaşkındı..
Siyasetti ya, olabilirdi diye düşünüyordu odadakiler..
O öyle düşünmüyordu..
Döndü,
‘Çocuklar’ dedi, Erzurum ‘u kim temsil ediyorsa, ona saygı duymak dadaşlık borcumuzdur.. Ötesi yok..’
Erzurum’u aziz saklayanlardandı O..
Ve ekledi: ‘Kim ki Erzurum diyecek, Erzurumlu diyecek, ağzını çalkalayıp öyle diyecek..’
**
O’nun Erzurum'u bir başka özeldi ya..
Murathan Munganca: ‘ Hani erken inerdi karanlık/Hani yağmur yağardı inceden/Hani okuldan, işten dönerken/Işıklar yanardı evlerde/Hani ay herkese gülümserken/Mevsimler kimseyi dinlemezken/Hani çocuklar gibi zaman nedir bilmezken/Hani herkes arkadaş/Hani oyunlar sürerken/Hani çerçeveler boş/Hani körkütük sarhoş gençliğimizden/ Hani şarkılar bizi henüz bu kadar incitmezken../Eskidendi, eskidendi, çok eskiden..’
Son Erzurumlulardandı Güllülü..
Son Erzurumlu ve son Dadaşlardan..
‘Şimdi ay usul, yıldızlar eski/Hatıralar gökyüzü gibi/Gitmiyor üzerimizden/Geçen geçti/Geçen geçti/Hadi geceyi söndür kalbim/Şimdi uykusuzluk vakti/Gençlik de geceler gibi eskidendi/Hani herkes arkadaş/Hani oyunlar sürerken/Hani çerçeveler boş/Hani körkütük sarhoş gençliğimizden/Hani şarkılar bizi henüz bu kadar incitmezken/Eskidendi, eskidendi, çok eskiden…’
Ve çerçeveler boş..
Ve çerçeveler boş Güllülüsüz..
**
Yüzü kızaranlardandı..
Edepsizliği bulunduğu hiçbir meclise sokmayan..
Bir terbiye adamıydı ya..
Dadaşlıktı motifi, Erzurumluluktu çerçevesi..
Ve kulaklarımızdan hiç gitmeyen tavsiyesi:
‘Kim ki Erzurum diyecek, Erzurumlu diyecek, ağzını çalkalayıp öyle diyecek..’
**
O’nun Erzurum’unun sınırı Ötüken’den başlar, Mekke’yle şereflenir, Mohaç’ta devam ederdi..
O’nun Erzurum’unun atmosferinde ila’yı kelimetullaha can adamışların sesi, nefesi vardı..
Önce Devletti kırmızı çizgisi..
Önce devlet..
Belki bu acizin ifade edemeyeceği ölçüde sınırsız bir bağlılık, sadakat ve vefa..
Devleti izzeti bilenlerdendi..
Ve devlet ebed müddet’i..
Ve tarih dökülürdü her sohbetinde..
Ve tarih..
Ulubatlı denildiğinde hürmeten ayağa kalkan, Akif denildiğinde Fatihalarla anan..
Güllülü Erzurum’un tarihiydi..
Ve Erzurum Onun tarihi ve tarifi..
**
Bir küçük ofisimiz vardı..
Mütevazi..
Aynı masayı kullanırdık genellikle..
Bir gün büroya gelen evrakı çekmeceye koydum..
Güllülü geldi büroya..
Bir şey arıyordu..
‘Ağabeyi’ dedim, ‘o evrakı mı arıyorsun..’
‘He’, dedi..
‘Ağabeyi’ dedim, ‘çekmecenin gözündeydi, bakmadınız mı?’
‘Hayır’ dedi, ‘ona bakamam, o senin çekmecen, ben nasıl bakarım..’
Tek masa ve üç çekmece..
Ve tarifsiz bir Erzurum terbiyesi..
O, ayıbı kapatan, hiç ama hiç kimsenin ardında konuşmayan ve herkesin hususi hayatını mahrem bilenlerdendi..
O Erzurumlu terbiyesini görenlerdendi, gösterenlerdendi…
***
Ziya Paşa’nın:
‘Onlar ki verir laf ile dünyaya nizamat/ Bin türlü teseyyüp bulunur hanelerinde’ beytini onun okuyuşuyla ezber etmiştik..
Herkes kendine bakacak derdi her dem.. Herkes kendine..
Belediyedeydik..
Sabahın erkeninde Erzurum’da yapılan yatırımları teker teker dolaşıp gelmişti makamına..
Mutadı böyleydi.
Personel henüz mesaiye geliyordu..
Biri dedi ki, ‘Başkanım’ bir yukarı katlara çıksanız da personeli kontrol etseniz, durumlarını görseniz?
Ünledi Güllülü birden bire hiddetle..
‘Olur mu be gardaş’ dedi, ‘olur mu?’
‘Belki personelin biri eşiyle dava etmiştir de traşsız gelmiştir..
Belki personelden biri pejmürde vaziyettedir..
O halde kendini görmemizi ister mi?
Bir daha söylemeyin böyle bir şey..
Ben onlara itimad ediyorum..
Ben onlarla başkanlık ediyorum..’
Adını siz koyun..
Yüksek devlet adamlığı deyin..
Asil bir başkan deyin..
Erzurum terbiyesinin son mümessili deyin..
O nevi şahsına münhasır bir Erzurumluydu..
Ve O Son Erzurumlulardandı..
**
Güllülü Dar-ı Ukbada..
Güllülü beka aleminde..
Ve Onun, o son Erzurumlunun nidası kulaklarımda:
‘Kim ki Erzurum diyecek, Erzurumlu diyecek, ağzını çalkalayıp öyle diyecek..’
Ağzını çalkalayıp Erzurum diyenlere selamet..
Son Dadaş Güllülü’ye rahmet, rahmet, rahmet..
DEVAM EDECEK