Değerli okurumuz Gürhan Bey sitem etmiş... Ve... 'Sayın Turhan, memleketimizin ve ülkemizin hiç mi ekonomik, sosyal,siyasi sorunları yok? Neden bunları konu alan yazılar yazmıyor fikir üretmiyorsunuz.? Bir okuyucu olarak aradığımızı bulamıyor, hep hikaye dinliyoruz.' demiş...
Düşüncelerine saygı duyuyoruz... Bizim yöntemimizi de her yiğidin farklı yoğurt yeme tarzına bağlamasını istiyor, kaldığımız yerden devam ediyoruz.
Bu kez, kafaları biraz olsun dinlendirmek, dileyene kıssadan hisse çıkartmak için hatırı sayılır, düşündürücü bir kaç güzel fıkra sunmak istiyoruz...
***
Karnı acıkan kurt, yiyecek bir şeyler aramaya çıkmış. Bir kapının önünden geçerken, çocuk ağlaması duymuş. Sonra dadının sesi gelmiş kulağına. Dadı, "ağlamayı kesmezsen dışarı atarım seni," diyormuş. "Kurtlara yem olursun."
İhtiyar kadının, dediğini yapacağını sanan kurt, evin önünde beklemeye başlamış. Hava kararınca çocuk susmuş. Kurt, dadının sesini duymuş yine. Kadın, "ha şöyle," diyormuş. "Hiç korkma, o hain kurt gelirse, döve döve öldürürüz!"
Ödü kopan kurt, tabanları yağlamış. Kaçarken, bir yandan, "şu insanlara akıl sır ermiyor," diye düşünüyormuş. "Bir söyledikleri bir söylediklerine uymuyor."
Yaşlı bir kadın vakti gelince ölür.Öbür tarafta sorguya çekilir. Bütün günahlar bir bir sayılır, hangisini işlemiş olduğu sorulur. Kadın hayatta hiç günah işlememiştir.. Sorgucu melek içeriye bağırır: “Bana bir çift kanat getirin “
Kadın sevinçle “ Melek oluyorum değil mi ?” diye sorar.
Cevabını alır:
“ Hayır, kaz “
Bir zamanlar bir kervancı varmış. İki de bir kırk haramiler yolunu keser, adamlarını öldürür, malını gasp edermiş.
O da günün birinde esir pazarından koruma olarak aslan gibi bir delikanlı almış. Beraber çıktıkları ilk seferde yine haramiler kervanı basmış, adamların çoğunu öldürüp koruma için alınan delikanlıya da sırayla tecavüz etmeye başlamışlar. Sıra tam kırkıncı haramiye gelince delikanlı birden, “bre namerdler!” diye gürleyip canlanmış ve haramileri alt edip malları kurtarmış. Bütün bu kahramanlığa rağmen, dönüşte kervancıbaşı korumayı esir pazarına iade etmeye kalkınca, delikanlı, “ben senin canını ve malını kurtardım, beni niye iade ediyorsun?” diye yakınmaya başlamış.
Kervancı da şöyle bir bakmış ve “ben her zaman seni harekete geçirecek kırk haramiyi nerden bulayım!” demiş.
Japonya'daki bir okçuluk okulunda çok saygı gören, büyük bir hoca varmış. Dünyanın en iyi ok atan adamıymış.
Bir gün okuldan ve uygarlıktan ayrılmaya karar verip sarp dağların tepelerine yerleşmiş.
Aradan yıllar geçmiş.
Artık hoca unutulmuş.
Gel zaman git zaman, okuldaki yöneticilerin aklına düşmüş büyük usta ve öğrencileri alıp dağa götürmüşler.
Gençlerin bu hocanın deneyimlerinden yararlanmalarını istiyorlarmış.
Günlerce aradıktan sonra, ustayı bulmuşlar. Bir kayanın tepesine bağdaş kurmuş oturmakta ve tepede dönen bir kartalı izlemekteymiş.
Kavuşma ve buluşma törenlerinden sonra, gençler ellerindeki ok ve yayları göstererek ustaya sorular sormuşlar:
Onun zamanından değişik midir bu aletler, gelişme olmuş mudur?
Büyük usta eline verilen ok ve yaya bakmış. Uzun uzun incelemiş, sonra "bunlar da ne?" diye sormuş.
Şaşırmışlar. Hoca şaka yapıyor zannetmişler.
Oysa çok ciddiymiş. Aradan geçen zaman içinde o kadar bilgeleşmiş ki, artık ok ve yay kullanmamaktaymış. Bu araçları unutmuş.
O, gözleriyle avlanmaktaymış.
Temel bu, ne yaparsınız!
Almanya'da arabasını otobanda ters yönde sürmekteyken, aynı zamanda radyosunda, "Otobanda ters yönde giden bir deli var! Dikkât edin!" anonsunu duyunca, "ne bir tanesi! Yüzlerce!" diye söylenmiş.
Dereden su içen bir kurt, biraz aşağıda bir kuzu görmüş. Kuzu da su içiyormuş. Onu yemeyi aklına koyan kurt, saldırmak için bahane aramaya başlamış.
"Seni alçak!" diye bağırmış. "Benim içtiğim suyu ne hakla bulandırıyorsun?"
"Bağışlayın," diye mırıldanmış kuzu. "Ben sizin suyunuzu bulandıramam ki! Baksanıza, benim içtiğim su size gitmiyor; sizin içtiğiniz su bana doğru akıyor."
Kurt, "Öyle olsun," diye homurdanmış. "Söyle bakalım, geçen yıl benim arkamdan niye konuştun? Benim için niye kötü şeyler söyledin, atıp tuttun?"
Kuzu, "Nasıl olur?" demiş. "Geçen yıl ben daha doğmamıştım bile."
"Olsun," demiş kurt. "Sen söylememişsen, annen söylemiştir,
benim için hiç fark etmez. Seni yemeyi aklıma koydum bir kere."
Sözünü bitirir bitirmez, kuzunun üstüne atlayıp onu parçalamış.
Bir güvercinlikte yaşayan güvercinlerin içlerini atmaca korkusu sarmış. Hepsinin ödü kopuyormuş yırtıcı kuştan; sürekli tetikte duruyor, can düşmanlarının saldırılarını bin bir güçlükle savuşturuyorlarmış. Atmaca bakmış ki, bu böyle olmayacak, bir kurnazlık düşünmüş.
Güvercinlere, "Niye böyle yapıyorsunuz?" demiş. "Hep can korkusuyla yaşıyorsunuz. Oysa ben sizi şahinlerden, başka tehlikelerden korurum. Yapacağınız şey, beni kendinize kral seçmek. Ondan sonra bakın bakalım, sizi kimse tedirgin edebilecek mi?"
Atmacanın sözlerine kanan güvercinler, onu tahta geçirmişler. Ama aradan daha bir gün geçmeden atmaca her gece bir güvercini yemeye başlamış.Sıra daha kendine gelmeyen
zavallı güvercinin biri, "eh", demiş, "boşuna yakınmayalım, bu belayı başımıza biz kendimiz sardık."
ADAM arabasının direksiyonunda keyifli keyifli yol alıyordu... İlk kırmızı
ışıkta durdu...
Durmasıyla birlikte kıyamet koptu... Arkasındaki eski kamyon duramamış arkadan bindirmişti... Tampon, stop lambaları darmadağındı...
Elbette çok sinirlendi...
Fırladığı gibi ''Kör müsün, arabamı rezil ettin...'' diye bağırmaya başladı... Kamyon şoförü sus-pustu...
Boynunu büktü ''Beni affet abi... Dalgındım duramadım, istemeyerek oldu...
Benim adım Ahmet... Bu kamyonu satsan senin zararını karşılamaz... Beni bağışla...'' dedi...
Adam bir arkası göçmüş arabasına baktı, bir eski kamyon ile Ahmet'e...
''Allahından bul...'' diyerek onu bağışladı, başını sallaya sallaya yola koyuldu...
Önüne ikinci kırmızı ışık çıktı...
Durdu...
Durmasıyla arkasında kıyamet koptu...
Bu sefer arka koltuklarına kadar birisi üzerine çıkmıştı...
Kafasını camdan uzatıp baktı... Aynı kamyon... Kamyon şoförü de camdan kafasını uzatmış el sallıyor:
''Abi merak etme, ben Ahmet...''