Palandöken ne ki dadaş
Bir dağ yalnızca
Kışın mahşeri yaşar
Yazın yalnızlığı
Bir yalnızlık ki
Ejder tepesi kadar"
Hasan Ali Kasır
Erzurum bir anlamda değerleri farkedilememişlerin şehridir.
Siz buna gözden ırak tutulma da diyebilirsiniz.
Şehrin yetiştirdiği nice kıymet, sahipsizlikten, ilgisizlikten, arkasızlıktan ve en önemlisi doğu'da bir şehirde yetişmiş bulunmaktan dolayı görülmemiş, yahut göz ardı edilmiştir.
Dünya medeniyetleri içinde Roma, Latin ve Grek uygarlıklarına nazaran Hint medeniyetine ait zenginlikler daha göz kamaştırıcı olmasına rağmen, coğrafik konumu, Hind'i diğerlerinin gerisinde bırakmamış mıdır?
Türk Medeniyet ve Kültür Tarihine beşiklik etmesine rağmen, Erzurum'un hakettiği biçimde değerleriyle tanınmamış olması da ülkenin doğusunda olmasındandır biraz.
ALVARLI EFE İSTANBUL'DA YAŞASAYDI
Güneş doğudan doğar, ama nedense insanlar gurup vaktinin coğrafyasına daha rağbet ederler.
Zaman zaman mesela Alvarlı Muhammed Lütfü Efe, İstanbul'da yaşamış olsaydı, yalnızca bu kadar dar bir muhit içinde kıymeti takdir görmez, İslam Alemi de haberdar olurdu bu değerden diye düşünüyorum.
Mesela şair Nurullah Genç, Erzurum'da değil de herhangi bir metropolün şairi olsaydı, Mesela Dumlulu islam mütefekkiri Hacı Nurullah Efendi Konya'da doğsaydı, mesela ....
Örnekleri çoğaltmak mümkün.
Çoğu kez, Hasankalelilerin kendi kendilerine ikram da bulunarak kendi kendilerine methiye düzmeleri gibi, biz söyleyip biz mi işitiyoruz, şeklinde endişelere de düşüyorum.
Kışın tozu ve yazın buzu dışında bir özelliğimiz yokmuş gibi biliniyoruz.
Haksızlık, lakin kim suçlu, kimse bilmiyor.
Türkiye'de de Türk İslam Aleminde de Erzurum hakettiği biçimde tanınmıyor maalesef.
Hani anlatırlar, Erzurum kalesinden içeriye uyuz, hasta bir köpek girer.
Ahali acır, yedirir içirir, bakar ve büyütür.
Köpek palazlanır, bir gün şehri terk eder.
Kale kapısından çıkar çıkmaz da ayaklarını kaldırır ve şehir çıkışını pisletir.
Eskiler, Erzurum'un kıymet ve kadrini, bakıp besledikleri böyle bilir diye, yukarıdaki misali anlatırlar.
Bizim öğrencilik yıllarımızda bu tespiti doğrulayan çirkin bir kabule şahit olmuştuk.
TÜRBEYE GİT Kİ BİR DAHA GELMEYESİN!
Atatürk Üniversitesi'nde tahsilini görüp, diploma alanlar, sonra üniversitede akademik kariyere kavuşanlar, yahut şehirdeki kamu kuruluşlarında memuriyette bulunup üst görevlere çıkanlar veya ticarete çerçilikle başlayıp marketlere kavuşacak ölçüde ticari potansiyele erişenler, iyice palazlandıktan sonra başka şehirlere giderken Abdurrahman Gazi Türbesini birkaç kez ziyaret etmeyi ihmal etmezler.
Zira inanılır ki bu ziyaret gerçekleştirilmezse Erzurum'a bir daha dönmek tehlikesi vardır!!!
BÜYÜT BESLE BENi
Erzurum'un dışarıdakilere göre durumu maalesef budur.
Şehir halkı bu durumu, büyüt besle beni, yok edeyim seni, tekerlemesiyle açıklarlar.Yer garibindir diyen büyüklerimiz çok haklıdırlar.
Erzurum halkı nedense içinden olandan çok dışarıdan gelene daha çok itibar eder, rağbet gösterir, mültefit davranır. İçinden çıkana ise acımasızdır, toleranssızdır.
Ev sahibi yabancı kiracıya tanıdığı kolaylığı hemşerisine tanımaz; bakkal veresiyeyi dışarıdakine verir, sohbetlerde yabancılar daha bir dikkatle dinlenir.
Apartmanlarda başka şehirli komşularla daha çok alakadar olunur, mahalli yemekler taşınır, eğer ev hanımı çalışıyorsa çocuklarına bile ücretsiz dadılık edilir.
Bürokrasimizin mevcut hali de bu durumun bir açılımı değil midir?
DANALIKLARINI BİLDİKLERİMİZ
Ne ki, şehirden tayinle veya başka bir saikle ayrılanlar, misafirperverliğe reva görüldükleri, sevildikleri, saygı buldukları şehiri överler mi?
Ne gezer...
Ekmeğin adı "lavaş", bilmem nenin adı da "dadaş" olarak telafuz edilir çirkince.İçimizden çıkanlar, hangi üstün formasyona sahip olsalar da bizim gözümüzde, dünkü çocuktur ve hepimiz onun danalığını bidiğimizden söz ederiz.
Yahut şeceresinde bir çirkinlik ararız.
Bu yüzden vakit vakit şehirde "bir Erzurumlu az iki Erzurumlu çok" olmuştur maalesef.Teşbihi hoş görün; bir dönem Gaziantepli Ayvaz bey Erzurum'dan milletvekili adayı olduğunda kimse itiraz etmedi.
Çoğumuz onun meziyetlerini sayıp döktük. Kimilerine göre hakikaten de kıymetli bir siyasetçi olabilir Gökdemir.
Lakin "ev sahibi evinde olanı daha iyi bilir", anlayışıyla şehirde doğup büyümüş, kentin sosyo ekonomik durumuna muttali biri olsaydı daha iyi olurdu, diye aklımızdan geçirmedik.
Hatta Ayvaz bey duyar kırılır, geleneksel misafirperverliğimize gölge düşer diye de endişelere kapıldık. O'nun Erzurum'u yeterince temsil edip etmediğini, ilgilenenlere bırakıyoruz.
Merakımız şudur; acaba Erzurumlu bir siyasetçi aynı ilgiyi, iltifatı ve rağbeti Gaziantep'de bulabilir miydi?
Gönül isterdi ki bulsun.
Fakat hakikatle, olması gerekenler birbirinden farklı.
Öyle olmayacağını hepimiz pekala biliyoruz bilmesine ama; nedense dedelerimizin yanlışını tekrar etmekte hiçbirimiz beis görmüyoruz.
Bu da bizi nevi şahsına münhasır bir şahsiyete sahip kılıyor.
Ne acı.
Ne garip...
ERZURUM ANSİKLOPEDİSİNİ KİM ÇIKARACAK?
Erzurum başta olmak üzere onlarca büyük Türk devletine merkezi konumda hizmet vermiş bir şehir.
İlhanlılar, Selçuklular, Gazneliler, Osmanlılar...Şimdilerdeyse suyumuz, soğuğumuz ve kalmışsa eğer dadaşlığımız dışında pek tanınmıyoruz, maalesef...
Siyasetçiler dadaşlığımızdan, nenehatun torunları oluşumuzdan bahsederek bizi şişirmekten öte önemli bir hizmet getirmemiş.
Eşya bazında düşünmeyin; insanımızın kıymetlerini, değerlerini farkedememiş, bizi anlamamışlar.
İhram giymiş bazıları, onun içindeki kadının endişelerini duymamış; dadaş demiş erkeğine, ama onun çilesine ortak olmayı aklına bile getirmemiş.
Onlar şişirmiş, biz kabarmışız, sonra da öfkemizi kendimize patlatıp, kendimiz söyleyip kendimiz dinlemişiz genelde.
Kültür Bakanlığı İstanbul Ansiklopedileri çıkardı; İzmir, Ankara, Kayseri'yle ilgili çalışmalara pirim tanıdı.
Erzurum Ansiklopedisi var mı?
Bırakın bakanlığı, şehir halkı içinden yetişip, böyle bir hizmete kendisini adayan kaç ilim adamı gösterebilirsiniz?
İRŞADİ'Yİ, MÜLHEMİ'Yİ TANIYAN KAÇ KİŞİ VAR?
Bizim neslimiz şehrin sur kapılarını üç aşağı beş yukarı sayabiliyor.
Birkaç veli'mizdenden haberdarız, bazı önemli devlet adamlarımızı işitmiş bulunuyoruz, ya bizden sonrakiler?
Hacı Haşıl Efendi (Haşii, Zade Ali Efendi)'yi; Müftü Solakzadeyi, Taşkesenli Sırrı Efendiyi, Mülhemî'yi, İrşadî'yi, Natıkî'yi nasıl bilecekler?
Hazık'ın;
"Erzurum'un abı tabı nev bahar olsun da gör
Çeşme Pinhan, çeşme sârâ aşikar olsun da gör"
Beyitlerindeki içeriği ne görüp yorumlayabilecek, ne de anlayabilecekler.
Aziziye, Hamidiye, Mecidiye Tabyaları'nda yaşanan destanları nasıl özümseyecekler?
Eski Erzurum evlerini, halkın geleneksel yaşam tarzını, adetlerimizi, gelenek ve göreneklerimizi kimlerden öğrenecekler, onlara kim anlatacak?
Cakkıllarımız, yoğurt sitillerimiz, yağ yamaklarımız, bakır gügümlerimiz, tandır egişlerimiz çocuklarımız için bir mana taşımayacak gibi görünüyor bu gidişle.
Makatlarımız, sekilerimiz, eyvanlarımız, tandır başlarımız yer etmeyecek torunlarımızın dimağlarında.
Ne bir Erzurum Ansiklopedimiz, ne de Erzurum Kültür Müzemiz var?
Erzurum Kitaplığı serisini başlatanlar, bu yolda çok büyük bir hizmete kapı açmışlardır hakikaten.
Şu maddenin, para endişesinin, dünya tamahının kör ettiği gözler ve kararttığı gönüller belki bu hizmetle ışığa kavuşma şansını elde edebilecek.
Bu hizmeti başlatan Ezel Erverdi'nin Erzurum üzerinde büyük hakkı var.
Daha önceleri Ülke ve Dergah Yayınevleri'ni kurarak kültür hayatımıza büyük katkılar sağlayan Erverdi, Erzurum Kitaplığı serisini başlatarak, şehre ait değerlerin okurlara aksettirilmesini sağlıyor.
Erzurum'da Erverdi ailesinin öteden beri saygın bir yeri olmuştur..
Bu saygınlığın müsebbiplerinden birisi de, Ezel bey'in amcası, "efe" diye bilinen ve ilmi mükaşefe sahibi Rasim Erverdi'dir.
"Efe" ile ilgili çok şey söylemeye gerek yok.
Eczacı Erdal Güzel Bey'in naklettiği bir anekdot, Rasim Hoca ile ilgili söylenmesi gerekenleri özetler mahiyettedir.
Erdal ağabey'in rahmetli babası yeni evlenmiş.
Bir müddet sonra da, eşi rahatsızlanıp, doktor bakımı icap etmiş.
O yıllarda Erzurum'da çok fazla doktor yok.
Olanı da hep erkek... Rahmetli, eşini bir erkek doktora baktırmayı doğru bulmaz; ama, hane halkını da incitmeden olayı çözmek amacındadır.
Doktor getirmek niyetiyle çıkar; akşama doğru da, "bulamadım" bahanesiyle evinin yolunu tutar.
Ayaz Paşa Camisi'nin yan kısmından yukarı doğru çıkarken, çok büyük hürmet beslediği "Rasim Efe" ile karşılaşır.
Efe her daim rahmetliye güler yüz gösterip, muhabbetle karşılık verirken bu defa yüzü asık bir halde yanından geçmektedir.
Ve o esnada, O'nun duyacağı bir biçimde "Doktor yabancı erkek hükmünde değildir" der...
Erzurum Kitaplığı hizmetinin önemli bir ayağı da Erzurum'dadır. Atatürk Lisesi'nde öğretmenlik de yapan Muammer Çelik, bu hizmetin gerçekleşmesinde büyük bir emek sahibidir.
Erzurum'u, Hüseyin Avni Ulaş'ı ve Nurettin Topçu'yu anlatan üç değerli eseri de, Erzurum Kitaplığı serisi içinde bizlere kazandıran Muammer Hoca'nın benimle olan bir başka müştereği de Mahallebaşılılığımızdır.
Sevgili Özdemir Çelik'in ağabeyisi olarak tanıdım önceleri Muammer Hoca'yı... Güzel giyinen, etrafıyla barışık beyefendi kişiliği farklı kılardı Mumammer ağabeyiyi.
Hasbi yapısı ve Erzurum'a duyduğu karşılıksız muhabbet, Erzurumlunun O'na olan itibar ve saygısını her geçen gün artırmış, belki de Erzurum Kitaplığı hizmetinin devamı için ona büyük bir güç de vermiştir.
Erverdi ve Çelik'in başlattığı böylesi hizmetler çoğaldığında, "Sarı Gelin" nevi türkülerimiz ermenilere mal edilmekten kurtarılacak.
Birileri nesnellik adına sesimizi, düşman sesiyle karıştırmayacak.
Göç göç olup, göçler yola dizilmeyecek; birbirimiz anladığımızda, şehrin değerlerini idrak ettiğimizde.
Başkalarına yanaşmalık etmekten kurtulabileceğiz; birbirimizi dinlemek ve anlamakla.Tevatur bu ya, vaktiyle bir Başbakana şehrin sorunlarını arzetmek için bir heyet gider Erzurum'dan.
Başbakanlığın önü kalabılıktır, ziyaretçi sayısı oldukça fazladır.İsimlerini yazdırır heyet özel kaleme.
Diğer heyetlerden önce içeri alınır Erzurum heyeti, sebebi gayet düşündürücüdür; içerdeki zat, önce onları alın, şehirleri için birşey istemezler, birbirlerini çekiştirip, birbirlerinden şikayet eder ve çeker giderler, demiştir kalemi mahsusasına.
Kimbilir, ziyaret ettiklerimiz, bundan sonra daha ciddi bulur bizi.
Belki, içimizden haberdar oldukça, şehire gelen parti Genel Başkanlarından, Başbakanlardan, Bakanlık istediğimizde, "ben sizin bakanızın" demezler eskisi gibi.
Olur ya, değer verdiklerimiz, siyasi endişelerle bir çırpıda sökülüp atılamaz olur makamlarından.
Hayal ya, şehire gelen devlet büyüklerine yalnızca Allah devlete millete zeval vermesin duasıyla yetinmez, Erzurumlu, farkedilmesini ister, değerlerini ortaya koyar.Kim bilir?
HATAMIZ ÇOK
Evliyalar şehri, kültür şehri diyoruz, şehri mübarek olarak tanımlıyoruz kentimizi; ancak bugün eldeki veriler öyle söylemiyor maalesef.
İçki içmenin dadaşlıkla, erkeklikle hele Erzurumlulukla hiçbir alakası olmamak gerekir. Dadaşlığı belli ki, birileri çok yanlış anlatıyor genç nesillere.
İçki şişesini tutmak erkeklik sayılıyor.
Düğün törenlerinin sonu genelde içki rezaletiyle bitiyor.
Lütfü Sezen Hoca'nın da tesbit ettiği gibi Erzurum düğünlerinin bir gün öncesinde yapılan, damat ve arkadaşlarının eğlendiği kısır gecesi; işret gecesi değil geçmişimizde.
Patlayana kadar içilip, taşkınlığın yapıldığı bugünkü gecelerle, eski kısır gecelerinin hiçbir benzer tarafı yok.
Sohbetlerin yapıldığı, mahalli yemeklerin sunulduğu, ölçülü ve seviyeli şakalaşmaların yapıldığı eski kısır gecelerine göre, bugünkülere ne isim vermek lazım geldiğini bilmiyoruz.
Belli ki, adetlerimiz de yanlış aksettiriliyor yenilere.
BIÇAK KININI KESMEZ Mİ?
Yine gençler arasında bıçak taşımak ve dövüş ve tartışmalarda birbirlerine bıçak çekmek gibi insani olmayan bir tutum görülüyor günümüzde.
Dadaş bıçak taşımaz, yüreği ve bileğidir silahı.
Oysa bugünküler öyle mi.
Heço diye bir ermeni vardır Erzurum'da.
Hamallık yapan Heço geceleri iyice içtikten sonra ortaya çıkıp nara atmakta, geleni geçeni rahatsız etmektedir.
Halkın iyice bizar olması yüzünden, dadaşın birisi, bekler geceleyin Heço'nun yolunu.
Her zamanki gibi iyice içip tozutan Heço, bıçağını sallayıp naralar atmaktadır.
Yüreği gibi çelik bileğiyle yere serer ermeni dığası Heço'yu Dadaş.
Sonra alır elinden bıçağını,münasip yerine saplar ve ahaliye dönerek der ki, hadi bakalım bundan sonra da Heço'nun hençeri var, desinler de görelim.
Hakiki dadaşların heçoların sayısını çoğaltmayacağı ve onları dışlayacağı inancındayım.
Dadaş bıçak taşıyacak kadar korkak, bıçak çekecek kadar yüreksiz olamaz. Olursa onun adına başka şey derler de söylemek bize düşmez."...