“Külrengi, kırmızı ve sarı bir fırça
Gezinmiş gibidir, şimdi Erzurum
Çarşısı, pazarı, çayhaneleri....
Velhasıl sonbahar...Arkasında kar!"
A.Tevfik Ozan.
Erzurum'da çok değil, bundan 30 yıl önce bügünkü Yunus Emre, Kazım Yurdalan, Abdurrahman Gazi, Kazım Karabekir, İstasyon, Yenişehir, Yıldızkent, Dadaşkent, Edip Somunoğlu, Şükrü Paşa mahalleleri yoktu.
Yenişehir'in bulunduğu alan çayır ve mera olanıydı.
Bir ara Nafiz namlı birine ait bahçe, bostan ve tuğla ocakları bulunurdu.
Tebrizkapı'nın en görkemli binası Beyaz Saray adını taşıyan binaydı.
Alpagutlar tarafından yaptırılan bu binada 70'li yılların sonlarına doğru Oba Market'ce işletmecilik yapılıyordu.
Bu işletme bugünkü süper marketlerin ilkiydi.
Kârlı bir şekilde işletilemediği için kapanıp gitti.
Şehrin tek kahve satıcısı Merhum Tahmisçi Celal Bey'in dükkanı Tebrizkapı'daydı.
Öğütülmüşünü de çekirdeklisini de satardı.
Özellikle bayram arifelerinde dükkanın önünde uzunca kuyruklar oluşurdu.
Hemen her evde kahve değirmeni vardı ama Celal bey'in çekilmiş kahvesinin kokusu ve lezzeti bir başkaydı, der, eskilerimiz.
Aziz dostumuz ve Celal Bey'İn torunu Orhan Kurukahvecioğlu keşke bu geleneği devam ettirseydi.
Dükkandan yayılan çekilmiş kahve kokusu bütün semte yayılırdı.
Bugünkü eski belediye binasının hemen yanında millet bahçesinin sınırları içinde daha önceleri belediye doğum evi olarak da kullanılan Emniyet Müdürlüğü ikinci Şubesi yer almaktaydı.
İlk belediye binası da Mumcu'daydı.
O dönemde Doğu Anadolu'nun en büyük devlet hastanesi olan Numune Hastanesi, aynı zamanda Tıp Fakültesi son sınıf öğrencilerinin eğitim hastanesi işlevini de üstlenmişti.
Cumhuriyet Caddesi'nin bitiminde yer alan Havuzbaşı'nın eskiden Maksut Efendi hazretlerinin de medfun olduğu bir mezarlık yeri olarak kullanıldığını anlatırdı büyüklerimiz.
Buradaki mezarlar, havuzbaşının inşaatı döneminde sökülerek Dutçu'ya götürülmüştü.Maksut Efendi Türbesiyle ilgili bir anekdotu da hatırlayalım.
Türbenin havuzbaşında olduğu dönemde özellikle kadınlar sabah namazlarından sonra ziyarete gelirlermiş Maksut Efendiye. Bu, yıllar boyu sürüp gitmiş. Sonradan birden bire bir söylentiyle kesilmiş ziyaretçiler.
Halk arasında konuşulduğuna göre, islamın farzlarını pek de yerine getirmeyen bînamaz kadınlar bir sabah namazı vakti türbeye gelmişler.
Ziyaret sırasında türbeden yeşil latalı bir adam öfkeyle çıkarak, kadınlara çıkışmaya başlamış.
Sizi gidi terki selatlar, namazlarınızı kılmayı ihmal ediyorsunuz, o halinizle gelip bir de beni rahatsız ediyorsunuz, diyerek kadınların üzerine yürümüş.
Ziyaretçiler korku içinde değişik taraflara kaçışmışlar.
Bu olaydan ve söylentilerden sonra kadınlar türbe ziyaretinden korku içinde el çekmişler.
NE LALE PALAS KALDI, NE DE LADES
Cumhuriyet Caddesi'nin Erzincankapı yönünde eski Saray Sineması bugünün Dadaş Sitesi'nin sol yanında Lale Palas, altında da dönemin en meşhur sohbet yerlerinden Lale Pastanesi yer alırdı.
Sahlep'le Erzurum'u ilk tanıştıranlar, bu pastanenin işletmecileridir.
Pastane'nin birkaç dükkan ilerisinde şimdi Kızılay Öğrenci Yurdu olan binanın hemen altında Lades isimli önceleri pastane sonraları kahvehane olan mekan yer almaktaydı.
Bir aralık Kor Tahsin namlı bir işletmeci tarafından idare edilen mekan, uzun yıllarşimdi Yenişehir Belediye Başkanı olan Cenap Birdaltarafından da işletildi.
Lale Pastanesi kapanıp sahipleri Samsun'a göçünce, üst taraftaki Lades'de kahvehaneler içindeki cazibesini yitirdi, kapandı, gitti.
Lale Pastanesinin Yakutiye Medresesine bakan yüzünden birkaç dükkan beride Hemşin Lokali bulunuyordu.
Necati Bölükbaşı, Necati Güllülü gibi siyasetçiler: Ali Karaavcı, Gömlekçi Hatem Usta, Feyyazİbrahimhakkıoğlu, Yılma Durak, Ezel Erverdi, Mustafa Kutlu, gibi tanınmış simalar Hemşin'in müdavimleri arasındaydılar.
Diyanet İşleri Başkanlarından Mehmet Nuri Yılmaz da bu mekanı şenlendirenler arasında yeralırdı.
Şimdiki Çaykara İşhanı'nın bulunduğu alanda, Rahmetli Ziya Çilingiroğlu'nun başkanlığını yaptığı Palandöken, Dağcılık ve birara İsmail Kırbaşoğlu tarafından işletilen Boks İhtisas Kulüpleri yeralıyordu.
Esnaf kahvehanelerinin yer aldığı alanın geri kısmı tamamen metruktü.
Şehir içi ulaşımını sağlayan altı, bilemediniz yedi otobüsü vardı belediyenin. Margirus Marka otobüslerden oluşan ulaşım araçları, 6 hatta hizmet veriyorlardı.
2,3 ve 6. hatlar Tosya'dan da geçerdi.
Otobüs şöförleri halkın aşina olduğu kimselerdi. Halk şöförleri, şöförlerde yolcuların büyük bir kısmını ismen tanırdı.
Kahvehanelerde olduğu gibi otobüse binen erkek yolcu selam verir, selamını alan içerdeki yolcu ve şöför de daha sonra O'na merhaba diyerek, izzet verirlerdi.
Dönemin en meşhur Belediye otobüs şöförü, süratlı araba kullandığı için "Deli" lakabıyla anılan Hüsam Ağabeyiydi.
Hüsam ağabeyi mahallemizin renkli simalarındandı.
Gazi İlkokulu'nun emekli müdürlerinden Ferdane Deliduman Hocahanımın eşi Fikret Deliduman'da otobüslerin tek kontrolörüydü.
Ayhan Işık vari ince bıyıkları, ütülü elbisesiyle belediye personeli arasında seçilen Fikret ağabeyi, saat başlarında otobüslere biner, bilet kontrolünü yapar sonra da teker teker yolcuların hatırını sual ederdi.
MEKTEPLER İRFAN DAĞITIRDI
Numune, Mareşal Çakmak Hastaneleri ve Erzurum Lisesi'nin süslediği caddenin şimdi yeni olan tek tarafı, hastane karşısındaki sıralı apartmanlar.
Çocukluk yıllarımızda şehrin tek erkek lisesiydi Erzurum Lisesi. O dönemin müdürü olarak Rauf beyi ismen hatırlıyorum.
Mali Müşavirler Ertuğrul Çadırcı'nın babası ve Hasan Karakulak'ın dayısı, yakın zamanda emekli olan, Necip Çadırcı'yla başlayan dönemde, Pipo lakaplı Mümtaz Bey Müdür yardımcılığı görevlerinde bulunuyordu.
Şimdi TRT Erzurum Bölge Müdürlüğü Haber Müdür Yardımcısı olan Mücahit Küleri de okulun edebiyat öğretmenleri arasındaydı...
Halen görev yapan fizikçi Mukaddes hanım, Coğrafya hocası kovboy lakaplı Selahattin Hoca, Beden Eğitimi öğretmeni Ali Rıza bey, ingilizceci meşhur Teoman Tuna, Edebiyatçı Engin Erdem hoca 1970'li öğretim dönemlerinin unutulmaz eğitimcileriydiler.
Kız lisesi, Yapı Sanat, Yavuz Selim ve Nene Hatun öğretmen okulları diğer liselerdi. Cumhuriyet ve Atatürk liseleri daha sonra yapıldı.
Yavuz Selim Öğretmen Okulu'nda erkekler, Nene Hatun Öğretmen Okulu'nda da kız öğrenciler tahsil görürdü.
Eğitim seviyeleri çok yüksek olan bu öğretmen okullarının mezunları, ilk stajlarını şehirde yapar sonra da atamalarla şehir dışında görev icra ederlerdi.
Atatürk Lisesi o dönemde yüksek seviyeli eğitimiyle değil, kabadayı ayaklarında gezen öğrencileriyle meşhur bir eğitim yeriydi.
Şemo adı verilen hoca Atatürk Lise'sinin unutulmaz müdürüydü.
Cumhuriyet Lisesi, Erzurum ve Atatürk liselerinden sonra şehirde açılan üçüncü büyük düz liseydi.
Ben de bu okulun ikinci dönem mezunlarındanım.
O yıllarda mezun olduğunuz ortaokulun bulunduğu semte göre liselere kayıt yaptırabiliyordunuz. 23 Temmuz mezunları da Cumhuriyet lisesi'nde okumuşlardı.
Lisenin ilk müdürü Mustafa Muti'ydi. Orhan Kesemen'de yardımcılığını yapıyordu.
Aynı okul binasında akşam eğitim veren bir de yabancı diller yüksek okulu bölümü bulunuyordu. Bu bölüm sonraları Eğitim Fakültesi'ne bağlandı.
Yabancı Diller Yüksek Okulu'nun kurucu müdürü ise Prof. Dr. Ahmet Kırkkılıç Hocaydı.
Ticaret Lisesi gerek verdiği eğimin düzeyli oluşu ve gerekse de okul mezunlarının hemen iş bulması yüzünden büyük ilgi görürdü. Kazım Ateş'in müdürlüğünü yaptığı okulun eğitim kadrosunda Tarihçi Necati Akkök, Edebiyatçı Burhaneddin Keteci, İngilizceci Ayten Gemalmaz, Edebiyatçı Kaşif Yılmaz gibi isimler yeralıyordu.1964 yılında yapılan 12 Mart ilkokulunun içinde yer aldığı seçkin ilkokullar arasında Kültür, Dumlupınar, Vali Hafız Paşa, İsmet Paşa, İnönü, Cumhuriyet, Aliravi, Gazi ve Veyisefendi İlkokulları bulunuyordu.
Saffet Zengin ve Belkıs Kaçtıoğlu hocahanımlar şehrin meşhur bayan eğitimcileriydi.Gazi ve İnönü İlkokullarında özel kütüphane ve sinema bulunması yüzünden öğrenci velileri çocuklarını bu okullarda okutmak isterlerdi.
Öğretmenin toplum içinde çok özel bir yeri vardı.
Hatırın zordan ileri olduğu bu dönemde, bürokrasinin en sayılı memurları, mahallelerin baş eşrafı da öğretmenlerdi.
Bu meslek 1978, 79 eğitim öğretim dönemlerinde iki aylık eğitim verilen öğretmenlerin iş başına gelmesiyle ağırlığını yitirdi.
Elbette hakiki eğitimciler bu tarifin dışındaydılar.
Aktardığımız yıllarda Gazi İlkokulunda İhsan bey müdür olarak görev yapıyordu. Veyisefendi ilkokulunun müdürü de TRT'den emekli saz icracısı Cengiz Çelenk'le Fotospor'un sahibi olan Atilla Çelenk'in babası Basri Çelenk'ti.
Bu eğitimciler bütün şehirde dirayetleri ve sahalarına hakimiyetleriyle tanınırlardı.
MİSAFİRLER OTELE BIRAKILMAZDI
Tahran, Örnek, Polat ve Şehir Palas Erzurum'un en meşhur otelleriydi. Karayazı, Tekman, Hınıs ve Çat garajlarının bulunduğu yerlerdeki kahvehaneli ve ucuz otellere karşılık, bu büyük oteller şehir dışından gelen zenginlere hizmet sunardı.
Dervişağa mahallesinde bulunan Şehir Palas dönemin lüks otelleri arasındaydı. Bu otelde özellikle Bitlis, Bingöl ve Ağrı'dan gelen eşraf konaklardı.
Ev oturmaları ve gece misafirliklerinin revaçta olduğu yıllarda, otel resepsiyonları sohbet yeri olarak kullanılmazdı.
Misafire karşı evin yık, yüzün ağart meselince hareket edilirdi bir vakitler.İlçe ve köylerden gelenler mutlaka hısım ve akrabalarının evlerinde konaklar, hiç kimsesi olmayan da köylüsü yahut ilçelisinin evinde misafir edilirdi. Her evde yünü yıkanmış, çırpılmış, ağır misafir döşekleri bulundurulurdu.
Hemşehricilik bütün cazibesiyle ağırlığını hissettirdiği bu döneme ait adetler; toplu konutların tamamlandığı yıllarda çekilip gittiler aramızdan.
En yakın hısım ve akrabaların bile gece yatısına otel yahut misafirhanelere taşındığı, komşuluğun, akrabalığın zayıfladığı yeni bir dönemle birlikte otelcilik de özel bir konuma ve hüvviyete kavuştu.
TAHTA TRAMPLENDEN GONDOL LİFT'E
O yıllarda Dağ ve Kış Turizmi hayal bile edilmiyordu.
Askeri kurumlarda görev yapan ordu mensupları paten ve kayak gibi kış sporlarını yaparlardı.
Bir ara pateni halka tanıtmak ve yaymak için ordu mensuplarının ücretsiz paten dağıttığını hatırlıyorum.
Bugünkü Yenişehir'in hemen bitişiğinde kayakçıların atlama yapması için inşa edilmiş tahta bir tramplen vardı.
Halk, kış aylarında burada kayak yapanları seyretmek için gelir, çocuklar da kızaklarıyla kayarak eğlenceye ortak olurlardı.
O yıllarda dönemin en ünlü kayakçısı Turan Modoğlu'ydu. Onu özel kayak kıyafetlerinin zerafetiyle görenler, gıpta eder, kayakçılığa özenirlerdi. Turan Modoğlu bildiğim kadarıyla İstanbul'da rahmetli oldu.
Biz çocukların en zevkli kış eğlencesi, babalarımızın marangozlara yaptırdığı, yahut kendi çaktıkları kızaklara binerek kaymaktı.
emirin zor bulunduğu bu dönemde, kızaklarımızın altına meyve kasası çemberlerinden çakardık.
Eğer annemiz eski bir minder yahut halıyı kızağımızın üstüne yapıştırmamıza da izin vermişse, o zaman kızağımız gözümüzde lüks bir araç olur, arkadaşlarımıza hava atardık.
YOK OLAN KIZAK KÜLTÜRÜMÜZ
Esat Paşa, Narmanlı, Gavurboğan, Kırmacı yokuşlarıydı kızak pistlerimiz.
Kış aylarında ulaşımın zaman zaman yakın ova köylerinden atlı kızaklarla yapıldığı bu devrede, eşya bazında özel bir kızak kültürünün varlığını da hatırlatmak uygun düşecektir.Bugün Adana, istanbul, Ankara ve Bursa'da profesyonelce yapılan at yarışçılığında, ilki Erzurum başlatmıştır.
Çoğumuz belki hatırlamayız, ama köylerle bağlantısı olanlar, oralarda zengin evlerinde özel koşu atlarının yetiştirildiğini belki de zevkli anılarla hatırlayacaklardır.
Evlerde yetiştirilen atlar binek için uygun değil, yahut bineklikten düşmüşse, kızak ve faytonlara çekilirdi.
Soğuğa dayanıklı olmaları bakımından katana atları kızak için kullanılırdı.
Atlı medeniyetlerin öncüsü Türklerin çoğunlukla bulunduğu yerlerde at'ın, insan hayatının önemli bir parçası olduğunu Türk Kültür Tarihine Giriş adlı eserinde sıkça zikreden Prof. Dr. Bahaddin Ögel, "Türk'ün atsız medeniyeti yoktur" diyor.Erzurum'un 70'li yılların sonuna kadar bu medeniyet ögesinden asla taviz vermediğini hepimiz iyi biliyoruz.
Günümüzde Maksut Efendi Mahallesi diğer bir ismiyle Sütevleri'nin bulunduğu alan, at yarış alanıydı. Yaz aylarının hafta sonlarında, büyük yarışlar tertib edilir; halk bu yarışları merak ve ilgi içinde takip ederdi.
Bir ara Celepçiler Derneği Başkanlığını yapan Selahattin Tepegün ağabeyilerin de Çimen adlı bir yarış atı vardı. Adana'dan getirildiği söyleniyordu. Çimen benim seyrettiğim bütün yarışların birincisiydi. Seremoniye çıkışında kafasına geçirilmiş, göz yerleri açık kukletası ve pelerini içinde Çimen'in rehvan gezişini seyretmek bir zevkti.
1960'lı yıllarda at yetiştiriciliğini özendirmek amacıyla Ziraat Bankası maarifetiyle arap atlarının köylere dağıtıldığını anlatırlardı eskiler. O döneme kavuşamadık, Çimen'in boy gösterdiği at yarışlarının da başka şehirlere kaptırılışının ise, zaman olarak içinde bulunduk maalesef.
Bugün Adana ve Bursa gibi illere önemli ekonomik girdiler sağlayan bu yarışçılığın, kumar haline dönüşünü görünce de atçılığı iyi ki elimizden çıkartmışız diyorum zaman zaman.
MEYMENET'İN HAMAMI
Temizlik imandandır, hadisi şerifine gönülden bağlı olan Erzurumlular, şahsi bakım ve temizliklerine oldukça düşkündüler.
Yamalı elbiseyi giymek ayıp değildi, pis ve sökük giysilerle gezinmek ise büyük kusurdu.
Evlerde her hafta çamaşır yıkama günü olur, evin erkek ve kadınları haftada en az bir kerre hamamlara giderlerdi.
O dönem hamamlarının en meşhurları; Lalapaşa, Murat Paşa, Kırkçeşme, Saray, İki Göbek ve Tahta Hamamlarıydı.
Lalapaşa Hamamı'nın bilinen diğer adı ise çöplük hamamıydı.
Tahta Hamamı'nın yanında yıllar sonra Sirkecioğlu Hamamı yapılmıştı.
Mahallebaşı'nda bulunan Arifiye Hamamı'nı Meymenet isminde bir kadın işletirdi.
Yalnız kadınlar için hizmet veren bu yer Meymenet'in Hamamı diye anılırdı.
Kadınlar hamama gittiklerinde altı yaşından büyük erkek çocuklarını birlikte götürmezler, onların yıkanma işi babalarına düşerdi.
Ev hanımları özel hamam bavul ve bohçasıyla hamama giderlerdi.
Bu eşyaların evlerde özel bir yeri vardı.
Elerinde bavul gördüğümüz kadınların yüzlerine bakar, kızarmış yüz görürsek, onların hamamdan geldiğini anlardık çocukluğumuzda.
GELİN HAMAMLARI"Fayton gelir aileyi alırlar/ İkigöbek hamamına varırlarHediyelik bohçasında herşey var,/Çamaşırlar, peştemallar, havlular.Gümüş nalın, bakır kildan, sabunlar,/Fildişinden tarağında motif var.Davetliler karşılıklı oturur,/Çerez, börek birbirine tutulur.Tutulmuştur kadınlardan çalgıcı/Hazır durur Natır, Tellek, Şarkıcı." İhsan Coşkun Atılcan
O yıllarda düğün öncesi yapılan "Gelin Hamamı" ananesi çok canlıydı.
Düğünden birkaç gün önce erkek tarafı bir hamam kiralar, gelinin arkadaşları ile kız tarafınının bütün akrabaları gelin hamamına gelirlerdi.
Hamamda düğünün bir nevi provası yapılır, evlerden getirilen yemekler, çerezler yenir; kadın çalgıcıların icra ettikleri müzik eşliğinde oynanırdı.
Hamam çıkışında kaynana hamam personeline bolca bahşiş dağıtır, sonra gelin, bavuluyla birlikte evine bırakılırdı.
O zamanlar erkeklere ait bir hamam geleneği de vardı, Gusül abdesti alması gereken bir erkek, eğer hamama gidiyorsa, ceketini omuzundan asar, böylelikle yıkanmaya ihtiyacı olduğunu ve cünup bulunduğu için de selam verilmemesi gerektiğini bu haliyle haber verirdi.
Gençlik dönemimde, kabadayı görüntüsü vermek için palto yahut ceketini giyinmeyip omuzundan asarak sarkıtan birini gördüğümde, onların pis olduğunu düşünür, selam vermekten çoğu kez imtina ederdim.
Tabi devirler değişip, insanlar tamah ve hırs içinde eşyaların dünyasına sığındıkça, bu ince gelenek de ortadan kalkıp yok oldu kendiliğinden.
Yoksul evlerinde temizlik için su ve çamaşırlar, maltıslarda kaynatılırdı. Maltıs yapmak için bir yağ tenekesinin altı kesilir, içi çamurla sıvanır, üzerine birkaç tel ızgara konulurdu. İlkel bir görüntüsü olmasına rağmen, yoksul evlerinin yemek, çamaşır gibi büyük işleri hep onunla halledilirdi.
TÜRBE ZİYARETLERİ
Hiçkimsenin yazlığı yoktu o vakitler. Bahar ve yaz ayları geldiğinde, köylü köyüne, olmayanlar da mesire yerlerine akın ederlerdi.
Tercih edilen mesire yerleri Abdurrahman Gazi Türbesi, Serçeme Deresi, Tohum ıslah Bahçesi, Üniversite Fidanlığı, Köşk Bahçesi'ydi. Anlaşılmaz bir kararla Serbest bölge haline getirilen Fuar da ağaçlık alanlarıyla şehir halkının eğlence ve mesire yeriydi. 23 Temmuz'da Erzurum Doğu Fuarı açılır, kamu ve özel kuruluşlar çalışmalarını sergilerdi. Fuarın en faal olduğu dönemlerde müdür Köksal bey, olağanüstü çaba sarfederdi. Bir türlü uluslarası bir çehreye kavuşturulamamasına rağmen, açıldığı dönemlerde şehirde iç turizm hareketliliği artar, esnaf da beş on kuruş para kazanırdı.
Şimdiki Yenişehir'in bulunduğu alanda, Kara Nafiz'e ait tarla ve çayırlar da kullanılırdı mesire için.
İlk ve orta dereceli okullarının yıl sonlarında yaptığı 'kır pikniği' hep bu alanda gerçekleşirdi.
Türbe özel bir ilgiye mazhar olurdu.
Özellikle yaz aylarının cuma ve pazar günlerinde evlerde börekler, pastalar pişirilir, ev helvası yapılır, yumurta haşlanır, peynir gibi diğer kahvaltı malzemeleriyle birlikte kamış sepetlere konur, sonra da ya yayan ya da faytonlarla Türbeye gidilirdi.
Buraya gelen aileler ilk iş olarak kilim ve bezleri ağaçlara gererek kendileri için kapalı bir alan oluştururlardı.
Bazı aileler çadırlarını kurarak bir iki hafta orada ikamet ederlerdi.
Sabah namazı vaktinde başlayan bu piknikte ikinci iş abdestlerin alınarak Abdurrahman Gazi Hazretleri Türbesi'nin ziyaret edilmesiydi.
Bu vecibe yerine getirildikten sonra sofralar kurulur, semaverler yakılır, yemekler yenirdi. Biz çocuklar da ağaçlar arasında bıkıp usanmadan akşam ezanı vaktine kadar oynardık.
Eğerli Dağ'ının hemen üstünde ejderha şeklindeki kaya görüntüleri oldukça ilgimizi çeker, bu kayaları yakından incelerdik.
Büyüklerimiz, Erzurum'u yutmak için gelen bir ejderhanın Abdurrahman Gazi'nin duasıyla taş kesildiğini ve bu hali aldığını anlatırlardı.
Türbe deresinde göz hastalıklarına iyi geldiği söylenen Tutiya çiçeği aranır ve toplanırdı. Dar gelirli aileler bu derede yetişen geven adı verilen çalıları toplayarak evlerine getirir, sobalarını tutuşturmakta kullanırlardı.
YEDİ DAĞABİR BAĞA YAĞARDI KAR..
Yeri gelmişken Türbe'yle ilgili bir başka ziyaret geleneğinden de söz edelim.Mekke şehriyle Erzurum'un aynı meridyen üzerinde bulunmasından olacak, şehir ahalisi İslâm dininin farz ve sünneti kadar örfi şekline de büyük bir ehemmiyet verirdi.
Kar'ın yedi dağa bir de bağa yağdıktan sonra şehire düştüğü dönemlerde; yedi sabah namazı Türbe ziyareti yapılması şeklinde bir adet icra edilirdi.
Bu gelenek o dönem kadınlarınca hiç terkedilmez, farzmışcasına özel bir dikkat gösterilirdi.Mahalle kadınları, başlarında yaşlı ve tercihen bir Hacı Ana bulunmak kaydıyla sabah namazından önce biraraya gelir; sonra da yayan olarak Türbe'ye giderlerdi.
Bu ziyaretin yedi hafta üst üste yapılması efdaldi.
Kadınlar Türbe'yi ziyaret eder, orada namazlarını kıldıktan sonra da dertlerine deva için, orada yatan zat hürmetine duada bulunurlardı.
Vakit namazlarının terkedilemeyecek hale gelebilmesi için namaza ilk başlayanların Ulucami'de 40 sabah namazı kılması geleneğine benzer olan bu gelenek de, yıllar sonra birden bire yitiverdi.
İslam Peygamberi Efendimiz'in(SAV) dünyaya teşrif ettiği gün Ulucami'nin bugünkü yerinde bulunan Bizans'ın büyük kilisesinin yıkılması ve onun yerinde Ulucami'nin yapılması yüzünden Erzurumlular bu camiye hususi bir değer verirlerdi o vakitler. Aynı rivayet Kabe Mescidi için de anlatıldığından, bu mescitte sabah namazı kılmak da efdal kabul edilirdi.
Şimdi ancak Ramazan ayında teravihlerde rağbet bulan Ulu caminin, o devirde sabah namazlarında bile oldukça dolu olduğunu büyüklerimiz halen daha anlatıp dururlar.
KALA'DAKİ ÇADIR ŞEHİRLER
Diğer önemli mesire yerleri de Hasankale ve Ilıca'ydı genellikle. Buralara günü birliğine gidilmez, mutlaka çadırlarla gidilirdi.
Mesireye çıkan aileler, haftalarca buralarda kalır; iki yörenin meşhur kaplıcalarından yararlanırlardı.
Haziran ayından Ağustos ayı sonlarına kadar Hasankale ve Ilıca'da ikiyüz üçyüz çadırlık kentler oluşur, belediyeler buraların özel şekilde temizliklerini yaptırır, ışıklandırmasını sağlardı.
Bu çadır kentlerde özel komşuluklar tesis edilir, hatta Erzurum'a dönüldükten sonra karşılıklı ziyaretler de yapılırdı. Mesire için çadır kentlerde kalırken tanışıp evlenenleri duyardık.
Kaplıcalara sabah namazından önce gidilir, şifalı sularla banyolar yapılır, sonra da namazlar kılınırdı.
Hasankale'ye ulaşım daha kolaydı. Her saat başı gardan kalkan banliyö trenleri hafta sonları hınca hınç dolardı.
1970 ve 1980 yılları arasında sağ sol çatışması diye ünlenen dönemde bu trenler pekçok fıkraya da konu olmuşlardır.
Bunlardan meşhur olan birini nakledelim dilerseniz; "Kars'tan gelen bir trene giren Hasankaleli gençler, hırpalamak için karşıt görüşte olan birilerini ararlar. Biri saç ve sakalı uzun, favorileri L şeklinde olan bir gence musallat olur. Onun "neci" olduğunu anlamak için islam'ın şartı kaçtır diye sorar. Genç beş, cevabını verince Hasankaleli genç trenin penceresinden aşağıya sarkarak diğer arkadaşlarına seslenir: " ola der, beş dedi, acep doğri mi söylir?