-İŞİN TÜRKÇESİ-
Ağlamaya Hakkımız Var mı?
Ülkemizde fazla para kazananların mesleğine dikkat ediniz; ya şarkıcı, yahut da futbolcudurlar.. Genel gelir dağılımına göre baktığınız zaman, çok vahîm bir tablonun içinde olduğumuzu hemen hepimiz farkediyoruz.
Profesyonel futbolcular her transfer döneminde attıkları imzalarla milyarlar kazanırken, sahne san'atçılarının çoğusu da proğram başına milyarlar alıyorlar.
Bunların bir gecede yahut bir mevsimde sahip oldukları servet, bir işçi yahut memurun emekli olduğunda aldığı ikramiyenin kat kat üstünde.
Üstüne üstlük bir de bu kesimin gördüğü sosyal itibar da işin cabası.
Garip bir memurun, öğretmenin yüzüne kimse bakmazken, milyarları trilyonları götürenler ülke gündemini bile belirlemeye kalkışıyorlar.
Yani devir popçcu ve topçu devridir.
İşin bir diğer yanına dikkat edelim.
Sahne sanatçıları(!) trilyonerliklerini sattıkları kasetlere borçlular.
Kasetleri kim alıyor? İşçisi, işsizi, memuru ve emeklisiyle gelir düzeyi bakımından alt sırada olan insanlar...
Futbolcuların milyarlık hatta trilyonluk sözleşmelere imza atmalarına kim sebep oluyor? Onları seyretmek uğruna çoluk çocuğunun nafakasını maç biletine fedâ adenler.
Yani Galatasaraylılığımız, Fenerbahçeliliğimiz, Beşiktaşlılığımız, birilerini zengin ediyor.
Günde sekiz saat çalışıp alın teri döküp ekonomik açıdan mağduriyetten kurtulamayanlar, kazançlarını pop ve top uğruna heder ederek birilerini star haline getiriyor.
Bu hastalığın ismi zevkperestliktir.
Yunan Felsefesinde hedonizm denilen zevkperestlik, bütün ağırlığıyla hayatımıza nüfuz etmiştir.
Herşeyimizden taviz veriyoruz, ama zevkimizden asla..
Hedonizm emek karşısında galiptir ülkemizde.
Bir sosyal çelişki gibi görünse de, emeği sergileyenler zevki de palazlandıranlardır.
Hemen herkesin şikayetçi olduğu adaletsiz gelir dağılımındaki zevk lehine olan bu uçurum, gariban yahut yoksul dediğimiz kesimin eseridir.
O zaman hiç kimsenin kalkıp, gelir adaletsizliğinden şikâyet etmeye hakkı var mı?
Bırakın sıradan bir memuru, Başbakan'ın bile yeterli maaş alamadığı ülkemizde, yüzlerce sanatçı ve futbolcu bir gecede yahut bir sezonda milyarlar alıyorsa, suçlu kimdir sizce?
Halkın yasama yetkisini teslim ettiği zümrenin aylık ödeneği, Sibel Can'ın bir gecelik ücretinin altındaysa, kabahat Can'ın mıdır, yoksa....
Bilim adamlarının bilim çağı, Tofler'in kullan at çağı, ekonomistlerin tüketim ve hizmet sektörü çağı olarak adlandırdığı yüzyılımızın bu çerçevede gerçekten yaşanan durumuyla bir adı var, o da zevk çağı..
Hele ülkemizde bu durum, bütün kurumlarıyla hakimdir. İşsizlerimiz kahvehanede otururken, aynı zamanda oyun oynayarak, zevk çıkarırlar. Bahane de can sıkıntısıdır.
Evlerimizde televizyonlar gece geç saatlere kadar seyredilir.
Birkaç müzik setinin bulunmadığı, kaset mezarlığı haline gelmeyen ev kalmamıştır.
Sergen trilyon kazansın diye kanı ala renk akanlar, çoluk çocuklarının nafakalarından keserek statlara akın etmekle övünürler..
Tatlıses'in, Gürses'in, Can'ın... ve diğerlerinin son kasetlerini dinlememek ayıp sayılmaktadır toplumumuzda.
Bütün bunlara rağmen, durmadan ahkâm keseriz ama. Türkiye'de gelir dağılımının adaletsizliğinden, hiç tahsil görme zahmetine katlanmamış futbolcuların, sanatçıların gecede milyarlar kazanmalarından şikâyet edip dururuz.
Halimize bakmadan sosyal adalet isteriz..
Pompei'nin kalıntı resimleri ilk ve lise okullarının tarih kitaplarında yer alıyor.
O tabloya iyice ve düşünerek bakınız..
Sabah kalkıp banyo aldıktan sonra yemek yemeye başlar Pompeililer.
Yemeğin peşine kusturucu bir ot suyunu içerek midelerini boşaltır, sonra tekrar tekrar yerler..
Ardından yine hamam sefaları ve gece eğlenceleri..
Ülkenin gelirini köylüler, esirler kazanmakta, bir kesim de oturup onları âfiyetle yemektedir.
Pompeyi bir yanardağ âfetiyle bir gecede yok olmuştur..
Resimlerde yerlere uzanmış, taş kesilmiş cesetler vardır. Hamamda ve yemek başında heder olanlar çoğunluktadır.
Allah korusun, ülkemiz için böyle bir geleceği temenni etmek mümkün değildir.
Fakat gidişâtın da iyi olduğunu söylemek yanlıştır.
Hemen hepimizin hedonist kesildiği bugünkü ortamda bazılarımız serf, bazılarımız da ağa edilmişiz.
Yazık..
Tarihimizi ne çabuk unuttuk oysaki..
At tersinin içinden darı seçerek karnını doyuranlar, bizi bugünkü coğrafyada bağımsız kıldılar.
Kurtuluş savaşı, eskilerin seferberlik dediği dönemin yokluk hikayeleri ne çabuk silindi hafızamızından.
Ekmek ufağını yere düşürmemek için tirtir titreyen ninelerimiz, tasarrufu, şükrü nimet bilen dedelerimizin kemikleri böyle bir manzarayla muazzep mi edilmeye çalışılıyor?
Tarih yazan bir milletin evlatlarına yakışır işlerimizi terkeder olduk artık.
Oysa, bir zamanlar böyle değildik.