-İŞİN TÜRKÇESİ-
Pazara Çıkarılan Millî Endişeler
Altı delinmiş bir boya kutusunun tuval üzerinde gezdirilmesiyle oluşan renk karmaşı'nda ifade eder Dadaizm kendini.
Bu yeni popart akımını san'at mezhebi olarak kabullenen ne idiğü belirsiz bir elit; beraberinde cinnetini san'at ilhâmı halinde algılayan kulağı kesik Salvador Dali'yi çağın san'at mürşîdi haline getiriverdi.
Zekâ, eğitim, kültür ve ilhâm'ın üst yapısı olan san'at taki bu bozulma; fikirde de başıboşluğu getirdi.
Meselesiz kesimlerin endişesiz san'atıyla beraber etkin bir hıristiyan ve yahudi püritanizmi iktidar oldu.
Yeryüzündeki bu iktidar; insanlığı paraya, şehvete ve nefsin arzularına mahkum etti.
Garaudy'e göre san'atla başlayan yozlaşma, ekonomide pazar putlaştırıcılığını hakim hale getirdi.
Serbest pazar yahut liberalizm, bütün kurum ve kuruluşlarıyla küresel bir doğru halinde dayatıldı; böylelikle ekonomik erk sahibi devletler tarafından 3. dünya ülkeleri'nin yönetilmesi ve yönlendirilmesi sağlandı.
Dünya ekonomisi globalleşiyor, yaygarası ve şamatasıyla; devletlerin hakim ve asli unsuru olan milletlere ait değerler hızla tedavülden düşürüldü; millî ve mânevî endişeler hiçleşti.
Bu sentetik görünüm bir takım düşünürlere göre, yeni bir oluş ve doğuşun habercisi olarak değerlendiriliyor. Fakat milletleri oluşturan kıymet hükümlerinin ortadan kaldırılmaya çalışıldığı tesbit ve teslim edilerek.
Yeryüzündeki bütün cihan harblerinin müsebbibi olan Sırpların vahşeti Kosova'da kanlı tablolarla resmediliyor.
İsrail, Batı Şeria'da Filistinli katliâmıyla meşgul.
Afganistan'da bir millet kendini boğazlamaya devam ediyor.
İnsanlıkta ise ses ve tepki yok.
Kerkük'te Saddam'ın ikide bir sahibinin emriyle yaptığı showlar sebebiyle, dünya kamuoyuna yansımayan zulmü, Kerkük'ü haritadan silecek boyuta ulaştı.
Güney Azerbaycan'da Türk kültür unsurları, planlı bir şekilde yok ediliyor.
Karabağ Ermenileştikten beri, Kuzey Azerbaycan sadece petrol boru hattı ülkesi olarak tanıtılıyor.
Honggong'u dolar karşılığında alıp, sterlin karşılığında Çin'e satan İngiltere; Alaska'yı Rusya'dan satın alan ABD baskın vasıtalarıyla yeryüzünde ekonomik hiçbir olgunun gerçek ve doğru olmadığı kanaatini, globalleşme adıyla yaymaya devam ediyor.
Milletlerin değerleriyle birlikte yok edilmeye çalışıldığı ve yine milletlerin yeniden değerlerinde uyandığı bir dönemi yaşıyoruz.
Ekonomik globalleşmeyi, çağın gereğidir şeklindeki dayatmaları ve yanlışları bir kenarda bırakırsanız, vahîm manzarayı göreceksiniz.
Bizim halk arasında söylenen; öldükten sonra kabirde sorgu sual melekleriyle karşılaşıldığında "yahu ölen benmişim" şeklindeki, insanın gerçekle karşılaşmasını remzeden darbı mesel; milletlerin büyük güçlerce sömürülmesini farkettiklerinde itiraf edecekleri çaresizlik ifâdesi olacak herhalde.
Ne kadar insan olduğumuzdan çok, nekadar kazandığımızın daha önemli olması, komşumuzun halinden bihaber ama TV başlarında dünyadan haberdâr kesilişimiz, küreselleşmenin getirdiği paradokstur.
O yüzden, ne Kerkük, ne Güney Azerbaycan, ne Afganistan'la alakadâr değiliz.
Varsa döviz, varsa borsa, varsa makam...
Şehirlerdeki "hemşehrilik kültürünün" yerini kentliliğe terketmesiyle başlayan yozlaşma karşısında, köylünün değerler dünyamıza sahipliği ile övünür, millî kıymetlerimiz açısından onların varlığıyla teselli bulurduk.
Büyük Şehir insanları; göç almadığı için kozmopolit hale gelmeyen küçük şehir halklarının davranış, yaşayış ve düşünüşlerini daha millî bulurlardı.
Bugün kültürel bozulmayla beraber ekonomik yoksulluğun, şehirlerde gettolara mahkum ettiği hemşehri kültürüyle büyümüş, mânevî değerleri dinamik, millî endişeleri canlı olan kırsal kesimin hali de şehirliden pek farklı değil.
Mahallî endişelerimizi tetkik ettiğinizde önünüze yalnızca banknotlarla örülü fantazilerin yığıldığını esefle teşhis edeceksiniz.
Clinton'un çapkınlıklarıyla ilgili olduğumuz kadar, Kosova'yla ilgili değiliz maalesef.
Globalleşme adına millî hedeflerin öldürüldüğünü, Kızıl Elma'nın emperyalizm kurtlarınca yenildiğini farkedemiyoruz.
Mark ve Dolar'ın evlerimize olan hakimiyeti komşumuzun açlıktan kıvranmasına seyirci kılıyor bizi.
Bilmem hangi sanatçının(!) çocuğunun doğum gününü merak ettiğimiz ölçüde; hergün açlıktan ve savaştan dolayı daha doğmadan ölüme mahkum edilen Kerküklü soydaşlarımızı düşünemiyoruz.
Sosyal Yardım ve Dayanışma Vakıfları önünde oluşan çorba kuyrukları işte bu durumun sonucudur.
Lüks bürolara, otel lobilerine ve parti binalarına bütün tasarruf ve zamanlarını harceden milletvekillerimizin, siyâsilerimizin, mürekkep yalamışlarımızın Bingöl'den, Muş'tan, Erzurum'dan habersiz oluşları bu yüzdendir.
Seçim dönemlerinde Nil'de bir karınca boğulsa hesabını nasıl veririm diyen Hazreti Ömer'in adaletine sahip olacağını söyleyip oy alan, sonra da yoksullara sırtını dönen, halkın durumundan çok kendi hakkı'yla ilgili kesilen siyasilerimizin bu manzaranın oluşmasındaki vebalini ifadeye hâcet var mı bilmiyorum!
Uğruna bir cihan harbine katıldığımız Almanya'nın millî hesaplarına ters düşen bir beyanat karşısında sergilediği kollektif tepkiyi düşündürücü ve manidâr bulup, ders çıkarmamak mümkün müdür?
Siyasilerimiz, her türlü millî çıkışta, nasyonal sosyalizmin Hitler'le ifadesini bulan Alman millî öfke ve tepkisi karşısında gıpta ediyorlar mı acaba?
Ne dolu cüzdanlar, ne de ayakları yükseltilmiş makam koltukları insanları yüceltmiyor.
Milletler de insanlar gibi değerleri ölçüsünde yükseliyor ve düzey oluşturuyor.
Ağrı'da ki at arabacısı, millî endişeleri sebebiyle maroken koltuklara gömülmüş dolar zenginlerinden daha düzeyli ve yüksek fikirli görünüyor bana.
Biz ancak; Kerkük'le ağladığımız, Kosova ile kahrolduğumuz, Azerbaycan'la endişelendiğimiz ölçüde yaradılış gayemize rücû edip insan olduğumuzu farkedeceğiz.
Bilmem katılır mısınız?
.