Herşey Duvar Yazılarıyla Başladı
Sosyal değişmeler, belirli bir programa bağlanmadığında, bu hareketliliğin maruz kaldığı toplumların çivisi çıkıyor.Statik ahenk bozuluyor.
Zümreleşmeler başlıyor, tabakalar arasındaki katmanlar eziliyor, ufanıyor. Yaşanan olaylarda sebep sonuç ilişkileri ortadan kalkıyor. Kimin elinin kimin cebinde olduğu belli olmuyor, elin de cebin de önemi kalmıyor. Üst yapı kurumları tartışılır hale geliyor, tarifsizleşiyor, ehemmiyet yitiriyor.Türkiye, liberalizme geçiş sürecinde bunu dolu dolu yaşadı, yaşıyor...
Duvar yazılarıyla anlaşanlar, gazete manşetleriyle dertleşenler, Tv ekranlarıyla halleşenler psikolojik tatminleri uğruna, dünümüzü de bugünümüzü de harcamaya kararlı hala.Onlar açık toplum sürecinin başlamasıyla izah ediyor olanları, hiçbir endişe ve rahatsızlık duymadan.Tartışarak, tartıştırarak bir yerlere varılacağı şeklindeki empoze edilmeye çalışılan yanlış kanaat, elde avuçta birşey bırakmıyor oysa ki...
Fütursuzca din tartışılıyor, dil tartışılıyor.Nas'la örfün farkını bilmeyenler din; ağızla şivenin farkından habersizler dilin üstadı kesiliveriyorlar hemence. Halkta dinliyor, halkta belliyor söylenenleri, yazık ki...Güvenilir dağlara karlar yağıyor, onlar başkalarının örtülerine bürünerek korunuyorlar; ya açıktakiler?..Müzakere değil, münakaşa iseniyor.Adalet, siyaset, emiyet, eğitim başta olmak üzere, bu hassas dengeler üzerine herkes konuşsun isteniyor.
Ehliyet, liyakat gözetmeden; kurumların yıpranmasına ses çıkarılmadan."Bir şoförle, bir makina mühendisinin aynı araba motoruna bakışları bir olur mu?" diyor, rahmetli Erol Güngör.Her ikisinin de aynı teşhis ve tesbitte bulunması mümkün mü? değil elbette...Çamaşır makinalarının köylere sokulduğu günlerde yayık olarak kullanılması, araçların aynı amaçlarla her kesim tarafından kabulünün mümkün olmayacağını ortaya koymuştu önceleri. Aldıran olmadı, üzerine giden de.Toplumda pekiştirici rol üstlenen sosyal araçların kabulü de bu kabilden olmamış mıydı?Toplumsal hazımsızlık o günden beri rahatsız ediyor bünyemizi.Toplum; olması gereken siyasi, sosyal ve felsefi ekseninde değil.Kimin ne istediğini bilen var mı?
Başlarını kızıl bantlarla saranların mezhep çatışmaları istememelerinden alaşılmıyor mu bu durum?Yıllarca bu ülkeye yalnızca kin, düşmanlık hezeyanlarını şiir diye kusan, komünizmin anayurdunu vatan belleyen, milli mücadelenin kahramanlarına nefret duyduğunu her fırsatta dile getiren Mayakovski yetiştirmesi bir şair ölüsünün illi da Türkiye'ye getirilmek istenmesi, üstüne üstlük kemalist kesilenlerin buna sessiz kalması belli etmiyor mu yaşadığımız çelişkiler ortamını.
Düşüncesi ve yazdıklarından ötürü Takriri Sükun kanunu gereğince Ankara İstiklal Mahkemesince 15 yıl ağır, Bursa Ağır Ceza Mahkemesince 6 yıl 6 ay ağır, Ankara Harp Okulu Mahkemesince 15 yıl ağır, Donanma Komutanlığı Askeri Mahkemesince 20 yıl ağır olmak üzere toplam 61 yıl hapis cezası almış birisinin, toplum tarafından hiçbir suçu yokmuş gibi kabul görmesi ve kucaklanmasını istemek, cemiyetimizin rahatsızlığını yeterince ortaya koymuyor mu?
Adam, ülkeyi bölmek, adam, ülkeyi komünizm sultasına, tahakkümüna sokmak için çırpınıp durmuş, sizden de onu ülkenin bütünlüğü için sevmeniz isteniyor.
Geçmişte bu nevi talep ve dilekler entellektüel budalalık sayılır, kulak ardı edilirdi. Şimdiyse siyasi bir dayatma haline getiriliverdi bir çırpıda... Herşey duvar yazılarıyla başlamıştı.Herşey duvar yazılarını okuyanlar çoğaldıkça alt üst oldu.Toplum kendi rengi, sesi ve zevki olacak kimseleri arasından çıkarmakta zorlanıyor artık.
Bizi hep zirvelere taşıyan, o mübarek milli ahengimizle seslendirecekler, sükutun nabzını dinliyor şimdilik.Toplumun vicdanı olanlar, bir bir eksiliyor içimizden. Bir yerlere götürülmek istendiğimizi biliyoruz... Ama adresi değil...