Marş mı Okuyalım Eser mi Yazalım?
Ermeni meselesi yine gündemde. Türkiye'nin bölünüp parçanmasından fayda umanlar, dış dünyada güçlenmesinen endişe edenler, ikide bir bu konuyu bir dayatma haline getiriyorlar.
Türk'e zulmü reva görenin gerçekte Ermeniler olduğunu bilmeyen yok; kargayı beslemişiz gözümüzü oydurmuşuz, çakal yavrusunu emzirtmişiz bizi parçalamaya kalkmış. Ermeni ermeniliğini yapmış anlayacağınız.
"İğnesinde mazarrat zehiri, okluğunda alçaklık oku gzlemiş bir akrep yol çıkmıştı. Geniş bir suyun kıyısına geldi. Şaşırdı, ne geçmeye ne de geri dönmeye gücü yetiyordu. Kamplumbağanın biri, akrebin bu halini görünce acıdı, arkasına bindirerek suya atıldı, karşı kıyıya doğru yüzmeye başladı. O sırada kulağına bir ses geldi, akrep sırtına vuruyordu sanki. Sordu, "nedir bu ses" diye. Cevap verdi akrep, "duyduğun ses benim iğnemin sesidir, sırtına batırmaya çalışıyorum, her ne kadar sana tesiri olmayacağını biliyorsam da huyumun, fıtratımın icabını yerine getiriyorum."
"Bu tiynetsiz hayvanı kötü huyundan ve iyi huylu kimseleri de onun şerrinden kurtarmaktan daha büyük iyilik olmaz" dedi kaplumbağa, suya daldı ve akrebi dalgalara ısmarladı.
Bu hikaye Ermenilerin durumunu hatırlattı bize. Asırlarca beslemişiz içimizde, has tebaamız saymışız. Ne ki o fıtratını terkedememiş, güçsüz gününde kendini büyütüp besletenlere, yok olmasını önleyenlere teşekkürünü, Türklere mezalim etmekle, çocukları boğmak, hamile kadınların karınlarını deşmek suretiyle göstermiş. Aramızdan giderken arkalarında viraneler bırakmış. Ermeni fıtratı bu. Sonra da saf akrep rolüne bürünerek, kaplumbağayı kendini boğmaya çalışmakla suçlamış.
ABD başta olmak üzere, Fransızı, İtalyanı, İngilizi de onun akrepliğinden memnun.
Bunu dünyaya anlatamamışız bir türlü. Ermeniler sözde soykırımı üzerine düzmece binlerce eser yayınlamışlar, karanlık iddialarını neşretmişler. Bizde ise gerçeği ortaya koyacak araştırma sayısı maalesef yüz sayısına bile ulaşmıyor.
Ermenilerin haksız iddialarına desek verenlerin malını almıyalım, dilini konuşmayalım tamam da, bunlar çözüm mü?
Bir profösörümüz , Fransanın tavrını telin miinginde "Tuna nehri akmam diyor" marşını terennüm ediyor; güzel de, Tunaya gem vurmanın yolu böyle pansuman tedbirlerle, marşlarla mümkün oluyor mu?
Niyet güzel, ne ki, elde edilen netice öyle mi? Marş okumak yerine Ermenilerin Türklere yaptığı mezalimleri anlatan araştırmalar yapsa bu ilim zevatı daha kalıcı neticeler çıkmaz mı ortaya.
Sinemacılarımız filimler yapsa, üniversitelerimiz yabancı dilde neşredilecek şekilde araştırma eserleri koysa ortaya daha iyi olmaz mı?
Olur elbette!
Bölücü örgütün elebaşına kucak açtığı için İtalya'ya karşı halk tarafından uygulanan ekonomik ambargo güzeldi. Kısmi de olsa bir başarı sağladı sağlamasına ama, bu tavır gecici oldu, yakaladık bölücü başını, İtalyanların yaptıklarını çoktan unuttuk bile. Oysa bu tepkiye dayanak olacak şekilde İtalyanca araştırma eserlerini, onların kütüphanelerine girecek şekilde yapsak, televizyonlarında seyredecekleri biçimde filimler çekseydik, onların bir daha böylesi bir çirkinliğe alet olmalarını önlemez miydik, kalıcı olarak?
"Abdülhamit Han zamanında Enderun ricalinden Tıfli bir gece önünü göremeyecek derecede sarhoş olmuştur. Doğruca Karacaahmet mezarlığına arkadaşlarından birisinin mezarını ziyaret etmeye gider. Mezar başına gelince müthiş bir nara atar ve kahkahalarla gülmeye başlar. Mıntıkanın asayiş sorumlusu Tıfli'yi yakalatıp huzuruna getirtir. "Gecenin bu saatinde orada ne yapıyordun" diye sorar. "Arkadaşıma fatiha okuyordum" der Tıfli. "Ulan nara atarak Fatiha okunur mu" der komiser. Cevap verir hemencek Tıfli: "Orada yatan ancak bundan anlar"
Halkımızın milli hassasiyet içerisinde, Fransız, İtalyan, İngiliz malarını almamak şeklindeki tepkileri güzel ve yerindedir.
Ama ilim adamlarının tepkilerinin şekli, eseler vermek şeklinde olmalıdır.
Onların anlayacağı dil de budur.
İbrahim AYDEMİR
25/01/2001