Sosyolog Plehanov, “Bir toplumun sanatı yozlaşınca, o toplumda yozlaşır” der.
Komünizmin Rus Toplumuna benimsetilmesi döneminde Lucaks’la birlikte Sovyet toplumunun önüne yeni bir diyalektik sunma hazırlığında olan Plehanov, mensubu bulunduğu milleti yeni bir hamleye yöneltmenin ancak san ’atla mümkün olabileceği kanaatindedir.
Örfü, geleneği ve dini, yani toplum inanç müştereklerinin hemen hepsini reddetmesine rağmen, sosyalizmin temelinde bile ilham’ın gerekliliğine dikkat çekilmiş, ilham kaynakları olmayan toplumlarda önce sanatın sonrada cemiyetin çökeceği tespitine varılmıştır.
Emek teorisi üzerine bina edilen sosyalist anlayış yeni ilhamlar ortaya çıkarmamış, sanatla kendini ifade edemeyen sosyalist sistem, Demirperde ülkeleri sıfatına sığınarak, hep kapalı kalmıştır.
20. yüzyılda Engels’ in tipik durumlarda karakterler teorisini ciddiye alan Batı Avrupa ülkeleri ve ABD ise, bu teoriyi hayata geçirerek, başta ekonomik olgular olmak üzere, toplumları sevk etmek isteyenleri her noktaya koymuş ve böylelikle kontrollü bir yönlendirmeyi seçmişlerdir.
Müzikten plastik san’ atlara, sinemadan edebiyata kadar sanatın bütün dallarında ön plana çıkarılan eser ve sanatkârlar, aynı zamanda o Avrupa ülkelerinin varmak istedikleri hedeflere de klavuzluk etmişlerdir.
Amerika Smith’in Liberalizmini bütün kurumlarıyla hayata dökerken, kendi gerçeğinin dışına çıkılmaması için, sanattan politikaya, ticaretten spora kadar bütün sosyal etkinliklerin nihai hedeflerini “Erdem” kıstasıyla belirlemiş, bu etkinliklerde erdem yegâne ölçü kılınmıştır.
Amerika müzikte Frank Sinatra, Elvis Presley, Sinemada Gary Grant, Edebiyatta Edgar Alain Poe, Ticarette Rackefeller, Ford gibi isimleri, etkin oldukları sahaların erdem temsilcileri olarak göstermiş, bunların kılavuzluklarında mevcut ilhamın değerlendirilmesi yoluna gidilirken, yeni ilham kaynaklarının arayışı da ihmal edilmemiştir.
Bizim gibi, geçmişini hala sorgulayan, ecdadından habersiz olmayı üstünlük sayan toplumlar da, Amerika’nın bu erdem temsilcilerini global bir kabulle kanıksanmış ve bize uygunluğuna bakılmadan, onlara adapte olmak gibi bir kolaycılık kabul görmüştür.
Bu da bize ait değerlerin ilhamıyla sanat yapılmasını engellemiş, kopyacılığa yönelinmiştir.
Kendini ve geçmişini en acımasız bir biçimde sorgulayan cemiyetimiz aynı acımasız tavrı batı karşısında sergilememiş, Onların iyi dedikleri iyi, kötü dedikleri de kötüdür, anlayışı kabul görmüştür.
Geçen hafta bir uçak kazası neticesinde hayatını kaybeden J. Kennedy’in oğlu ile ilgili olarak yayımlanan “The Kennedys” programını seyrederken bunları düşündüm.
Kenndy’lerin dedeleri içki, silah kaçakçılığı da dahil olmak üzere her türlü kanunsuz yolla para sahibi olmayı denemiş, Hollywood’un meşhur Paramount şirketinin de kurucusu ABD’ de ilk ahlaksız filmleri neşreden, Amerikalıların gece hayatına sermaye olacak kadın sanatçıları yetiştiren bir adam.
ABD kendi menfaatleri doğrultusunda sahiplendiği bu İrlanda kökenli Katolik aileyi, kendinin ifadesi açısından bir erdem temsilcisi addederek toplumunun önüne koymuş.
Sonra oğullarından birisi ABD başkanı olmak üzere ABD Temsilciler Meclisinde üyelik ve senatörlük gibi hep üst seviyelerde bulunmuşlar.
Çoğusu da karanlık bir şekilde suikastlarda can vermiş.
Lady Diana’nın öldürülmesi olayında olduğu gibi, son Kennedy’nin de uçak kazasında kaybı, ABD’de olduğundan daha çok infial yarattı Türkiye’de.
Üzülenlerin sayısı oldukça çoktu.
Sanatında kendi benliğini ifade etmediği için yozlaşma sürecine giren toplumumuz açısından gayet normal bir sonuç bu.
Hayatını kaybeden Milli— Yerli düşüncenin mükemmel temsilcileri için cemiyetimiz bu derece üzüntü girdabına kapılıp, kendini sorgulamıyor maalesef.
Asker Kaçağı Olanlarla, kanun kaçağı meşhurların haberleri ile meşgul olan medyamız, ilhamsız kalmış sanatımızda böylesi yoz ve pespaye isimleri sunarken; asrımızın bu asil milletin olması için gayret sarf edenlerin yanında olmadı.
Gerçi olsaydı da, içinde bulundukları reyting kaygısında haklıda çıkacaklardı.
Hiç unutmadım; bir TV’de yayımlanan, Osmanlı uzmanı bir profesörün katıldığı programda, yayımcı başta olmak üzere Osmanlıya küfürler sıralayıp, iftiralar ettiler. Fatih ’den Kanuni’ye kadar bütün Osmanlı Padişahlarına hakaretler yağdırıp, düzmece iddialarda bulundular.
Program esnasında yine böyle bir uçuk iddiayı cevaplandıran Profesör, muhatabına “bu iddiaları hangi kaynağa atıfla yapıyorsun” dediğinde aldığı cevap oldukça ilgi çekiciydi.
Adam pişkince, “ Time dergisi öyle yazıyordu ”dedi
Bilmem ne dediğimi anladınız mı?
Bilmem ne durumda olduğumuzu kavrayabiliyor muyuz?