Bazı kişiler vardır ki, yazılara sadece isimleriyle başlık olurlar. Başka herhangi bir tanıma, unvana, sıfata, belirteç veya pekiştirme unsurlarına ihtiyaç duymazlar.
Sadece ve sadece isimleri!
Zira o isimler ki, bir çok şeye karşılık gelirler.
Tek bir unvan, tek bir sıfat, tek bir belirteç ya da başka herhangi bir açıklayıcı bilgi tek başına yeterli olmaz onları tanıtmak için.
Bu yüzden isimlerini taşırsınız başlığa, olur biter!
Bendeniz de öyle yaptım.
***
Geçen haftaki Kırgızistan ve Kazakistan gezilerimi yurt dışına yaptığım en yararlı gezilerden biri olarak değerlendirebilirim.
Doğu’ya, özellikle Orta Asya’ya, yani “atavatanımız” olarak bilinen topraklara ilk seyahatimdi.
Anavatan’dan Atavatan’a... Bir başka deyişle Palandöken’den Tanrı Dağlarına…
Heyecanlıydım. Tarihimizin köklerine doğru bir yolculuk olacaktı bu. Aidiyet duygumun alabildiğine kabardığı, sadece duyguların değil, bilgilenime dair bir süreci de içinde barındıran bir seyehat…
Her şey umduğum gibiydi. Dahası her şey umduğumdan da öte.
Bu seyahatin umduğumdan da iyi ve yararlı geçmesine neden olan şey, -kuşkusuz gezip gördüğüm toprakların yanında- kendisini tanıma fırsatı bulduğum bir isimdi.
O isim; Cengiz Alyılmaz.
***
Kendisini çok daha önceleri tanıdığımı sanmama rağmen, gerçek tanışmamız bu seyahatte oldu.
Aynı üniversitede çalışıyorduk, fakat şimdiye değin herhangi bir teşrik-i mesaimiz olmamıştı. Ayrıca selamlaşmalar dışında, bulunduğum bazı ortamlarda sıklıkla ismini duymaktan öte sağlam bir tanışırlığımız da bulunmuyordu.
Hasıl-ı kelam, “bir insanı tanımak için onunla seyahat etmek gerekir” tarzındaki atasözüne denk düşecek şekilde, sayın Alyılmaz’ı bu seyahatte tanıdım.
Seyahatimizin amacı, Hocanın saygıdeğer eşi Doç.Dr. Semra Alyılmaz’ın projelendirdiği,“Türk Dünyası Vatandaşlığı Çalıştayı”nın Kırgızistan ayağını gerçekleştirmekti.
Yurt içinden, aralarında benim de bulunduğum Atatürk Üniversitesi’nden bir ekibin yanı sıra, Gaziantep, Hatay ve Eskişehir gibi illerden de çok sayıda akademisyen katılımcılar arasındaydı. Yurt dışından ise hemen hemen tüm Türk cumhuriyetinden akademisyen ve temsilcilerin yanında, çok çeşitli Türk topluluklarından da katılımcılar vardı.
Anlayacağınız, alabildiğine renkli, zengin ve donanımlı isimlerden örülü bir çalıştay…
***
Cengiz Alyılmaz ise, kuşkusuz bu isimler arasında en dikkat çekendi.
O’nun ne denli önemli ve değerli bir isim olduğunu daha Kırgızistan’a ayak basar basmaz anlayabiliyorsunuz.
Hemen herkes tanıyor Hoca’yı. Biletçisinden yemekçisine, öğrencisinden akademisyenine, hatta ve hatta valisinden, bakanlarına ve devlet başkanlarına varıncaya kadar.
Kendisine gösterilen saygı ve itibar şaşılacak boyutta. Tabii önceleri şaşırıyorsunuz, fakat daha sonra alışıyor, akabinde de yaşadığınız ülkeye, kente ve çevreye “hayıflanmaktan” kendinizi almıyorsunuz.
Öyle ya, bizler ne yazık ki değerlerimizin, cevherlerimizin farkında olamıyoruz.
Onları alabildiğine sıradanlığın içinde hapsedip, alabildiğine değersizleştirebiliyoruz.(Sonra da çıkıp, önünü arkasını düşünmeden, biraz da arsızca, Erzurum’dan göç etmek zorunda kalan “beyinler”i kınayabiliyoruz.)
Kestirmeden söyleyelim ki, Cengiz Hoca Türk Cumhuriyetlerinin neredeyse tamamında Cumhurbaşkanları düzeyinde karşılanıp, ağırlanan bir kişidir.
Tabir yerindeyse, hem Erzurum’un, hem de Atatürk Üniversitesinin “marka değeri”dir.
Cumhurbaşkanları, çok sayıdaki etkinliğe Türkiye’den sadece Cengiz Hocayı davet etmektedirler. Yine bir çok vali ve bakan daha önceleri ya O’nun ekibinde yer almışlar ya da güçlü arkadaşlıkları olan kişiler…
Elbette bütün bunlar boş yere değildir.
Sayın Hoca Türk bilim ve kültür dünyasının o coğrafyalardaki öncüsü, mihmandarıdır. 30 yıla dayanan çalışmaları ve bilimsel bulguları, tartışmasız sadece bilim ve kültür literatüründe değil, siyasetinde de derin izler bırakmıştır.
Daha Türk cumhuriyetleri bağımsızlıklarını ilan etmeden önce, yani 1990’ların başında, o topraklara gidip, her türlü yokluğa, yoksunluğa ve tehlikeye rağmen çalışmalar yapan, Türk kimliğine ve kültürüne ilişkin bilimsel çalışmalar gerçekleştirip, elde ettiği bilimsel bulguları Çin’den Kanada’ya kadar yayan ve paylaşan dev bir idealist…
İdealist dedik, zira karşılaştığı o kadar güçlüğe, yokluğa ve hatta takip edilmelere ve işkencelere rağmen bir an bile hedefinden ve yolundan geri durmamıştır.
Yaşadığı kazaları, yaralanmaları ve imkansızlıkları tek tek saymaya gerek yok zaten. Başına gelenlerden ötürü 8 kez ameliyat olduğunu söylesek yeterli olur sanırım.
***
Cengiz Alyılmaz Profesördür.
Atatürk Üniversitesi Kazım Karabekir Eğitim Fakültesi Türkçe Eğitimi Bölümü öğretim üyesi..
Alanı Eski Türk Dili, Türkçe Eğitimi ve Çağdaş Türk Lehçeleri.
Türkolog yani.
Ancak bu konum ve sıfatlar O’nu tanımaya yetmemektedir.
Zira O’nu tanıdıkça bir dilbilimci kadar dilbilimci,
bir tarihçi kadar tarihe hakim olduğunu,
bir coğrafyacı kadar coğrafyacı,
bir antropolog kadar antropolojik bilgi ve bakış açısına sahip olduğunu,
o coğrafyanın toplumsal verileri ve gerçeklerini bilimsel bir değerlendirmeyle çözümleyecek kadar sosyolog,
bir arkeolog hassasiyetinde kültür varlıklarının teşhis ve tespit yeteneğine sahip olduğunu söylemek işten bile değildir.
Tüm bunları sıralarken bir önemli gerçeğin daha altını kalın kalın çizmekte yarar var.
O gerçek de şu ki, Hoca alışılmışın dışında “kitaplardan kitap yazan, kitaplardaki bilgileri okuyup, derleyen, onları öğrencilere anlatan, onlarla makaleler, kitaplar yazan ve onlarla bilim adamı olduğunu düşünen akademisyenler”den farklı olarak, “kitaplarını ve makalelerini bizatihi sahalarda yürüttüğü bilimsel çalışmalar akabinde kaleme alan ve bilim literatürüne özgün veriler kazandıran”; tabir yerindeyse “bilgi nakliyecisi” değil, “bilgi üreticisi” bir kişidir.
Nihai olarak, başta şahsım olmak üzere, tüm akademisyenlere örnek olabilecek türden ideal bir hoca profiline sahiptir.
Bunların yanı sıra, son derece mütevazi ve has bir Erzurumlu kıvamındadır.
Gerektiğinde bir ilim adamının düzgün ve sarih konuşma tarzına bürünen Hoca, bazen de kullandığı Erzurum ağzıyla bulunduğu ortamı şenlendirip keyifli ve eğlenceli anların yaşanmasına sebep olabilmektedir.
Erzurum yöresine ait ağız ve idiyomlara oldukça hakim olan Hoca’nın, Türk coğrafyalarındaki yemek kültürüne olan düşkünlüğü ve yatkınlığını da notlarımız arasına koymak gerekir.
Yine gayet kibar ve nezaket kurallarına azami ölçüde dikkat eden özelliğini de ifade etmek gerekir. (Söz nezaketten açılmışken, Atatürk Üniversitesi Halkla İlişkiler Müşaviri olduğumda şahsımı ilk kutlayan kişinin Cengiz Alyılmaz olduğunu buradan belirteyim)
***
Cengiz Hocanın başarılı olmasında en büyük etken, kuşkusuz başta değerli eşleri ve meslektaşı Semra Hoca ile ekibidir.
Ekibindeki herkesin oldukça başarılı isimler olduğunu, hatta değil Türkiye’de, dünya genelinde de tek ve özgün yeteneklere sahip bulundukları ifade edilebilir. Asistanlarının dahi alanlarında önde gelen vasıflara sahip olduğunu öğrendiğim ekibin başında Doç Dr. Osman Mert bulunmakta.
Osman Hoca’yı da bu seyahatte tanıdım dersem, yanlış söylemiş olmam.
O da, alanında en iyi olanlardan. Mesela Kök Türkçe’yi dünyada en iyi bilen –ki, sayıları çok azdır zaten- kişi Osman Hoca’dır. Bunu bizzat Cengiz Hoca dile getirmektedir.
Cengiz Hoca ile aralarında saygın bir ilişkileri bulunuyor. Osman Hoca, yaşı ve konumu itibariyle Cengiz Hoca’ya çok uzak olmasa da, saygıda kusur etmiyor ve ekibi neredeyse o yönetiyor.
***
Ve nihayetinde:
Bu yazı, kuşkusuz sadece bir bilim adamını tanıtmakla kalmayıp, bir hakkın teslimini de yapmaya çalışmaktadır.
Yukarıda da dediğimiz gibi, değerlerimizin farkında değiliz. Onları layık oldukları gibi ele alıp, değerlendirmiyoruz.
Sıradanlaştırıyoruz. Hatta çoğu zaman arkamızı dönüyor ve dahası ayaklar altına alabiliyoruz.
Böylece nice değerin sönmesine sebep oluyor, nice değerin de göçüp gitmesine ön ayak oluyoruz.
Bu değerler bizimdir. Sadece bizim değil çocuklarımızın, torunlarımızındır.
Torunlarımızın ve topraklarımızın…
Bu böyle bilinsin. Böyle bilinsin ki, “isteyen közünden alıp kendi alazını tutuştursun”.
Ne diyelim.. Kendi alazımızı tutuşturmamız dileğiyle…