Dikkat ediyor musunuz etrafımızda “baş olmak” için çırpınan nice insanlar var…
İrili ufaklı “baş”lık sevdası…
Kimi siyaseten başa geçmek; cemiyet hayatının baş köşesine oturmak, hiç olmazsa bir kooperatife baş olmak…
İnsandaki en son yıkılacak kaledir bu sevda…
Oysa, Mevlana çok net söylüyor; “Başta dönüp koşan nice bilgiler, nice hünerler vardır ki, insan onunla baş olmak isterse, baş elden gider. Başının gitmesini istemiyorsan ayak ol.”
Bunun altında yatan öykünme, imrenme hali…
Bir başka izahı, haline razı olmama durumu…
Hakikat penceresinden baktığınızda farklı manzaralar görseniz de durum budur!
Peki arka plan bize ayan olsa müşahade edeceğimiz ne olur?
Onu yine Mevlana söylesin:
“Başkalarına imrenme, çok kimseler var ki senin hayatına imreniyorlar.”
Keşke kulak kabartılsa…
Diyor ya…
“Beri gel, beri!” diye…
Gelinebilse…
Israr ediyor pir;
“ Daha da beri! Niceye şu yol vuruculuk?
Madem ki sen bensin, ben de senim, niceye şu senlik benlik?”
O var gayri yok gerçeğine imandır aslolan…
O olursa, sen ben, ben ise zaten sen oluyorsun…
O durumda neyin benliğini iddia edeceksin ki…
Bilmek bildiğinle amel lazım bunu içselleştirmek için…
Yani dalgıçlığa zaman ayırmak…
Dalmak, dalmak, dalmak…
Bu noktada yine bu yüksek beyne müracaat edelim;
“Bilgi, sınırı olmayan bir denizdir. Bilgi dileyense denizlere dalan bir dalgıçtır.”
Dalmak derken, sathi bilgiye dalmak demiyoruz…
Ameli noktayı esas alarak derinleme gireceksin…
Bunun yolu da cem olmaktan geçiyor!
Oraya nasıl varıyorsunuz?
Camilere giderek!
İman ettiğinizde uğrak yeriniz olacak mahal…
Diyor ya, üstad; “Bir adamın camilere alıştığını görürseniz, imanlı olduğuna şahitlik ediniz.”
Öyledir!
Bunun riyası yok!
“Bir katre olma, kendini deniz haline getir” tespit ve tembihinin hayata geçirilme hali…
Ve, en özlü kayıt; “Madem ki denizi özlüyorsun, katreliği yok et gitsin.”
Buraya nasıl varacaksın…
Yanında yörende olanlara dikkat ederek…
Yine pir’in ifadesi, miyar olsun:
“Bir kimseyi tanımak istiyorsan, düşüp kalktığı arkadaşlarına bak.”
Öyleyse, iyilerle hemhal olup, özlediğin ummana dalmak lazım!
Aksi zaten mümkün değil…
İyinin de ölçüsünü de yine Mevlana koyuyor; “Bir mum diğer bir mumu tutuşturmakla, ışığından bir şey kaybetmez.”
Tenvir eden olmak, ziya saçanla yol yürümek…
***
“Birisi güzel bir söz söylüyorsa bu, dinleyenin dinlemesinden, anlamasından ileri gelir.” Bu açıdan kaç kişi bakmıştır bu mevzuuya…
Dünyanın en iyi hatibi olsanız, sözün de en muhteva taşıyanını ifade etseniz, dinleyen nadan ise, sizin için vereceği hüküm ne olur?
En iyi ihtimal, nötür bir tutum…
Bu durumda, Bir şeyi bulunmadığı yerde aramak aramamak demektir.” Limanına demir atıyorsunuz!
“Biz güzeliz, sen de güzelleş, beze kendini.
Bizim huyumuzla huylan, bize alış başkalarına değil.”
Formül veriyor formül!
Letafet güzel bakmaktan geçiyor diyor…
Naturunuzda yoksa bu nevi bir bakış, beyhude bir beklenti olur…
Üstadın beyin kıvrımlarına pike yapmak bilgiye ulaşmanın kestirme yolu…
Hülasasını aktarıyor insanlığa…
“Bütün kâinat birbirine sevgi ile bağlanmış.
Sevgini vermesini öğren.
Çünkü gönlün anlasın ki hepsine yer varmış.
Sevgisiz insandan dünya, unutma ki korkarmış.”
Zıddıyla kaim olma ilkesini de özetliyor bu arada…
“Bulutlar ağlamasa yeşillikler nasıl güler?”
***
İyiyi güzeli anlatması da bir başka hoşluk içeriyor…
“Bülbüllerin güzel sesleri beğenilir de bu yüzden kafes çeker onları. Ama kuzgunla baykuşu kim kor kafese?”
Bize nispetle anlatıyor hali…
Bülbül için cari olan elbet, ille vatan ille vatan…
Bu hakikat sırrına ermek için hususi bir terbiye lazım…
Zira için de bir büyük ihsan barındırıyor…
Sultan’ın bu noktadaki tespiti çok özel; “Büyük Allah’tan bizler niye terbiye isteriz? Çünkü terbiyesizler, Allah’ın lütfundan mahrumdurlar. Terbiyesiz, yalnız kendine kötülük etmez, bütün utanç ve erdem ufuklarını ateşler.”
Utanç ufuklarını ateşlemek ne berbat bir haldir ki…
İnsanlığın mahvına sebep olma eylemi…
Bunu nasıl anlar, ne şekilde izah ederiz…
Yine O’na müracaat edelim;
“Bil ki.. Domuzların önüne elmaslar serilmez, mücevherden ancak sarraflar anlar başkası bilmez, ne fark eder ki kör insan için elmas da bir cam da, sana bakan kör ise kendini camdan sanma.”
Bütün bunları vehim boyutundan sıyrılarak anlayabiliyoruz…
Fehmederek…
Bunun için son noktayı da şöyle koyuyor: “Beni bir ben bilirim, bir de Yaradan. Bana bir ben lazımım, bir de anlayan”…