Modern Tatar edebiyatının çok önemli kilometre taşlarından Fatih Kerimî’nin Türkiye Türkçesine çevrilen “Avrupa Seyahatnamesi”[1] ile “İstanbul Mektupları”[2] isimli eserlerinden çok etkilenmiş, yazarı ve bu iki eseri tanıtmaya yönelik birer yazı kaleme almıştım.[3] Kerimî’nin gezip gördüğü Türk yurtları ve Müslümanlar hakkındaki sağlıklı, isabetli gözlem ve tahlilleri beni “Kırım’a Seyahat” isimli eserini okumaya sevk etti.[4]
Kırım’da tanınmış Türkçü, Eğitimci İsmail Gaspralı Beyin çıkardığı “Tercüman Gazetesi”nin 20. kuruluş yılı etkinliklerine katılmak amacıyla Fatih Kerimi arkadaşı Hamidcan Efendi Arabof ile birlikte Kırım’a bir seyahate çıkarlar. Seyahat 27 Nisan 1903 günü Orenburg’dan tren yolculuğu ile başlar. Samara, Harkaf, Akmescit yol güzergâhından sonra Bahçesaray’a ulaşılır. Burada seyahat amaçlarını gerçekleştirdikten sonra da Sivastopol, Yalta yolu takip edilerek 16 Mayıs 1903 günü memleketlerine geri dönerler.
Kerimî, Kırım’ın tarihi ve sosyal hayatı hakkında tafsilatlı açıklamalarda bulunur. Burada bazı tarihi ve kültürel eserleri gezerler. Yazar, İsmail Gaspralı Beyin Yalta’daki kurmuş olduğu okullarda iki yıl öğretmenlik yaptığı için Kırım’a ve Gaspralı’nın siyasî ve kültürel mücadelesine yabancı değildir. Tercüman gazetesinin 20. kuruluş yılı etkinlikleri 4 Mayıs 1903 günü gerçekleşir. Rusya’nın birçok bölgesinden katılan misafirler eşliğinde çeşitli konuşmalar yapılır. Tercüman gazetesinin işlevi hakkında bazı misafirler düşüncelerini belirtir. Kuran’ı Kerim okunup dualar okunur. Yazar, dua meclisinin misafirlerinden bazısını tanıtır. Dünyadaki muhtelif bölgelerden gelen telgraflar ve hediyelerden bahseder. İsmail Beye 300 civarında tebrik telgrafı geldiğini söyler. Kerimî’nin yazdıklarını göz önünde aldığımızda misafirlerin ve gelen telgrafların içerisinde Türkiye’den kimsenin olmaması dikkat çekicidir.
Yazar, Tataristan’da kadim Kasım Hanlığı bölgesi Müslümanlarının Petersburg, Moskova, Kursk, Harkof gibi eğitim ve kültürün merkezi olan şehirlerde uzun yıllar yaşayıp, çocuklarını okutabilecek durumda olmalarına rağmen hiçbirinin çocuklarını okutmadıklarını ifade eder. Bu ebeveynlerin zihin dünyası ile şu çarpıcı tespiti yapar: “…Eğer oğulları kendileri gibi birer büfe tutabilirse, bunlar için büyük bir saadet sayılıyor… Bunun günahı ve kabahati elbette çocuklarına işe yarar talim ve terbiye vermeyen ve belki kazandığı akçalarını Kasım’daki köylerine dönüp birbirinden heveslenip güzel evler yaptırmağa, itler ve atlar besleyip yarışma yapmaya sarf eden babalara aittir.”(s.41) Yazar, Müslümanların tembellik ve ataletini de eleştirmekten geri durmaz. Örneğin, Bahçesaray’da kahvehanelerin bolluğuna dikkat çeker. Her dükkânın yanında bir kahvehane bulunduğunu beyan eder.
Osmanlı son döneminde yaşamış olan, aydınların hatıralarında söz dönüp dolaşıp medreseye geldiğinde, haklı olarak medreselerdeki eğitimin asıl amaçlarından sapıp olumsuz bir yapıya savrulduklarına dair birçok şeyden bahsedilir. (Medrese öğrencilerinin askerlikten muaf olmasının istismarı vb.) Hatta bazılarında bu duruma kızıp, İslam’dan soğumalar bile olmuştur. Kerimî, eserlerinde yaşadığı coğrafyadaki medreseleri, medrese zihniyetini, İslam’ın kanaat önderlerini sürekli eleştirir. İslam’ın özünün geniş halk kitlelerine ulaştırmaya yönelik hiçbir fonksiyonu icra etmediklerini, böylesi insanların yobazlıklarını anlata anlata bitiremez. Osmanlı’daki medreselerin buradakilere göre daha olumlu ve iyi özelliklere sahip olduğunu söyleyebiliriz. Örneğin Türkiye’deki medreselerde son dönemlerde dahi sadece din bilimleri değil, pozitif bilimler ve yabancı dil eğitimi verildiği de bilinmektedir. Ancak bütün bunlara rağmen Kerimî’nin yaklaşımı Türkiye’deki “gavura kızıp oruç yiyen” bazı aydınlardan farklı olmuştur. Merhum Kerimî’nin ömrü dinin mesajını doğru bir şekilde anlamlandırıp Müslümanların yeniden diriliş ve ihyaya ulaşması için “Mükemmel bir dini; üçüncü, dördüncü sınıf kalitedeki insanlardan nasıl kurtarırız? Müslümanları ne zaman ve nasıl birinci sınıf insan kalitesine çıkarabiliriz?” sorularına cevap aramakla geçmiştir.
“Kırım’a Seyahat”te eleştiri oklarından nasibini Rus Hükümeti almaz. Bu durumu -dönemin koşulları göz önünde bulundurarak- değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Yazarın, Ceditçilik hareketine mensup olduğunu ifade etmiştik. İsmail Gaspralı ve arkadaşları, Müslüman çocuklarının Rus okullarında Rusça eğitim almalarının elzem olduğuna inanırlar[5] O dönem Milliyetçilik iddiasında bulunanların bir kısmı Gaspralı ve Kerimî’den farklı düşünmektedir.
Fatih Kerimî[6] genelde İslam âlemi, özelde Türk soylarının siyasî, ekonomik, toplumsal, kültürel geri kalmışlığıyla ilgili ömrü boyunca sancı duymuş bir mütefekkirdir. Bu eserinde de düşünce yoğunluğu, güzel üslubu dikkat çeker. Türk ve Müslümanların kendine bile itiraf edemediği kronikleşmiş hastalık ve zaafları üzerinde ısrarla durmuş. 1937’de Rusya’da kurşuna dizildiği ana kadar, Türk ve Müslümanların Ortaçağı’nı inşa etmenin planlarını kuran bir kalem erbabıdır. Son olarak Fatih Kerimî’yi rahmetle anarken, eseri günümüz Türkçesine hazırlayan Hayri Ataş ve IQ Yayıncılık yetkililerini kutluyorum.
[1] Fatih Kerimî, Avrupa Seyahatnamesi, Hazırlayan: Dr. Fazıl Gökçek, 143 sayfa, 2001, İstanbul, Çağrı Yayınevi,
www.cagriyayinlari.com
[2] Fatih Kerimî, İstanbul Mektupları, Yayına Hazırlayan: Fazıl Gökçek, 367s. , 2001, İstanbul, Çağrı Yayınları,
www.cagriyayinlari.com
[4] Fatih Kerimî, Kırım’a Seyahat, Hazırlayan: Hayri Ataşı, 128 sayfa, 2004, İstanbul, IQ Kültür Sanat Yayıncılık,
www.iqkultursanat.com
[5] Günümüzde de Türkiye dışındaki Türklerin yaşadıkları ülkenin resmi dillerini yeterli seviyede bilmeyişi siyasi ve sosyal sahada büyük hak kayıplarına neden olmaktadır. Mesela, anlatılanlar doğruysa Kosova’da Türkçeyi ve resmi lisan Arnavutçayı bir dilekçe yazacak seviyede bilmeyen ortalama soydaşımız hayatın hemen bütün alanlarından soyutlanmış durumdadır. Devlet dairesindeki bir işi için soydaşlarımız bölgede devletimizi temsil eden kurumlardan Arnavutça tercüman talep etmekte bir anormallik görmemektedir. Üniversitelerdeki Türk öğrenci kontenjanı dahi yüksek öğretimi takip edecek kadar Arnavutça bilen olmadığından geniş oranda doldurulamamaktadır.
[6] Fatih Kerimî’nin biyografisi hakkında diğer yazılarda genişçe yer vermiştim. Yine de Kerimî’yi tanımayanlar için Prof. Dr. Fazıl Gökçek’in hazırladığı Fatih Kerimî’nin “İstanbul Mektupları” kitabındaki sunuş yazısından derlediğim “Fatih Kerimî Kimdir?” yazısını alıntılayıp dipnot bölümüne koymayı uygun gördüm.
Fatih Kerimî, Tataristan’ın Sama eyaletinin Böğülme ilçesinin Minlibay köyünde 1870’de bir molla ailesinin çocuğu olarak dünyaya gelir. Fatih Kerimî’nin babası İlman Kerimî, Çırçılı Medresesi’ndeki temel eğitimi sırasında başarılı bir öğrenci olarak dikkat çeker. Babası onu Çistay Medresesi’ne gönderir. Burada 7 yıl öğrenim görür. Buradaki eğitimini tamamladıktan sonra köyüne döner. Köyünde öğrenci yetiştirmek için bir medrese açar. Fakat bu medreseden istediği verimi alamayınca tam bu sırada İsmail Gaspralı’nın “usul-i cedid” adıyla başlattığı yeni öğretim tarzından haberdar olur. Hemen Gaspralı’nın yanına Kırım’a gider. Kendisiyle tanışır ve bu yeni öğretimin mahiyetini kavrar. Devrinin önemli bir aydını olarak yetişir. Bu öğrendiği usulü tatbik etmek amacıyla memleketinde bir mektep açar. Ve bunda da başarılı olur. Böylece, Fatih Kerimî’nin babası İlman Kerimî, İdil boylarında ceditçilik hareketini başlatan kişi olarak Tatar maarif tarihinde önemli bir yere sahip olur.
Fatih Kerimî, on bir yaşına kadar babasının açtığı medreseye gider. Babası gibi Çistay Medresesi’nde öğrenimine devam eder. Bu medresede öğrenimini 11 yılda tamamlar. Bu eğitimini devam ederken aynı anda iki yıllık Rus Mektebini de bitirir. Rus edebiyatını takip eder. Rusçadan bazı tercümeler yapmaya başlar. Türkiye’deki kaynakların büyük çoğunluğunda İstanbul’da Abdülhamid döneminde açılan İstanbul Mülkiye Mektebi’nde okuduğundan bahseder. Bu yazıyı hazırlarken Biyografi net sitesinde Fatih Kerimî’nin özgeçmişini incelerken kaynaklardakinin aksine İstanbul’da eğitim aldığını ya da yarım bıraktığını ama mülkiye mektebinde okumadığını belirtir. Bunu doğrulayacak şu verileri aktarır. Eserlerinin hiçbirinde özellikle de “Avrupa Seyahatnamesi”nde İstanbul’u tafsilatlı bir şekilde anlatmasına rağmen burada okuduğuna dair bir şeyden bahsetmediğini, Ali Çankaya`nın “Yeni Mülkiye Tarihi ve Mülkiyeliler” adlı eserinde Kerimi’nin kaydının bulunmadığını belirtir. İstanbul’daki öğrenimi sırasında Türk edebiyatını yakından tanıma imkânı bulur. Böylece medreseden, geleneksel bilimleri, Arapça ve Farsçayı; Rus Mektebinden Rusçayı, İstanbul’daki okuldan da Osmanlı Türkçesi ile Fransızcayı çok iyi bir şekilde öğrenir. Bu dillerin edebiyatına da çok yakınlık duyar. Bir edip ve aydın olarak kendini yetiştirir.
1896’da İstanbul’daki eğitim hayatından sonra Yalta’nın Üzen köyünde iki yıl öğretmenlik yapar. 1899’da kendisi, babası ve ailesiyle birlikte Orenburg’a yerleşir. Burada çeşitli kültürel ve eğitim çalışmalarında bulunur. Arkadaşı Gani Hüseyinov ile birlikte bir matbaa satın alır. Çeşitli kitaplar basmaya başlar. Asıl gazete çıkarmak hedefine şartların zorluğundan, 1905’deki devrimin kısmi özgürlüğünden dolayı 1906 yılında ulaşır.
Tatar matbuatının(basın) en önemli yayın organlarından Vakit Gazetesi Orenburg’da 21 Şubat 1906’da kurulmuştur. Kerimî, bu gazetede 1917 yılına kadar başyazarlık yapar. Bolşevik İhtilali’nden birkaç gün önce gazeteden ayrılır. Orenburg Cemiyet-i Hayriye’sinde aktif bir üye olarak görev yapar.
1906’da II. Devlet Duması milletvekili seçimlerinde delege olur ve Duma’ya seçilen Zakir Remiyev’in vekili olarak Müslüman mebusların danışmanlığını yapar. Bolşevikler ile başlangıçta bir sorunu olmaz. Moskova’ya gider, yeni açılan halk mekteplerinde ve öğretmen hazırlayan kurslarda ders verir. Bolşevik devriminden sonra Sovyetler Birliği halklarının merkez neşriyatında çalışır. Doğu Üniversitesi’nde Türkçe dersleri verir.
4 Ağustos 1937’de, cemiyet işlerinden ve halktan uzaklaştırılmış olan 67 yaşındaki Fatih Kerimî, 27 Eylül 1937’de askerî mahkeme tarafından, Türkiye casusu olmak, Stalin’i öldürme amaçlı bir terör grubuna üye olmak gibi bir takım düzmece iddialarla tutuklanır. İdama mahkûm edilir ve karar aynı gün uygulanır. Ancak 8 Aralık 1959’da Sovyetler Birliği Yüksek Mahkemesi Fatih Kerimî’nin suçsuzluğuna karar vermiş ve itibarı iade edilmiştir.
Kerimî, Şehabettin Mercanî, Kayyum Nasırî ve Rızaeddin Fahrettin gibi Tatar Edebiyatı’ nın kurucuları arasındadır. Kerimî’ nin belli başlı eserleri şunlardır: Onun Komedya(1898), Hösid Baba(1895), Şakirt ile Student(1899), Cihangir Mehdümnin Avıl Mektebinde Ukuvı(1900), Salih Babaynın Öylenüvi(1897), Mirza Kızı Fatima(1901), Avrupa Seyahatnamesi, Kırım Seyahatnamesi ve İstanbul Mektupları’dır.